BEDİÜZZAMAN SEMPOZYUMU

Yazarı : Komisyon

Yayınevi : Kaynak

 

GİRİŞ:

Kitap 27-29 Eylül 1992 tarihinde İstanbul ilim ve kültür vakfı tarafından tertiplenen “İslam dünyasının 20. Asırda yeniden yapılanması ve Bediüzzaman Said Nursi” konulu milletlerarası sempozyumda İstanbul da Atatürk Kültür Merkezi ve Mim Otel salonlarında yapılan konuşmalardan oluşmaktadır. Toplam 20 konuşmacıya yer verilen kitabın özeti şu şekildedir:

 

1-PROF. DR. ŞERİF MARDİN

(Amerikan Üniversitesi-Washington D.C.-A.B.C.)

Vahiy yada ilham yoluyla şekillenen her dini girişimde iki eksen vardır. İlahi varlığın mevcudiyeti ve kainata koyduğu emir ve bilgilerin sadır oluşu, insanların bunları yerine getirmesinin istenmesi.

Vahyin kusursuz olarak tatbik mevkiine koyulamamasındaki sebeplerden birisi vahyin nazil olduğunda anlaşılmasından çok hatırlanmasının gerektiği keyfiyetidir. Vahiy nazil olduğu sırada söylenir,duyulur,ifade edilir ve tekrarlanır; sonra anlaşılması ve yorumlanması ikinci aşamayı teşkil eder. Mesajın insanlarca mahiyetiyle anlaşılması şekilleri farklıdır. Buda batı dillerinde “teoloji”,islami ilimlerde ise “fıkıh” olarak ortaya çıkar.

İnsanların topluluk halinde yaşamalarından dolayı ilahi mesaja verdikleri şekillerin incelenmesi “din sosyolojisi” ‘nin konusunu teşkil eder.

 

Mazi ile bağ ve kimlik sorunu:

Dün, bugünün anlaşılması için zaruri bir çıkış noktasıdır. Bununda en önemli bir islami şekli ölülerin içinde yaşamaktır. Bir doktora tezinde Kahire’de 11-15 yy. arasında Qarafa adıyla kocaman bir evliyalar şehrinin günlük hayatını derinlemesine incelemektedir. Bu tezden anladığımız; ölüleri ziyaretin, mü’minler için hem soluk alma, dini hüzünle değil,sevinç ve ümitle yaşama, insanlar arası bağları güçlendirmeyi sağlamasıdır.

Bediüzzaman Gazali’nin aksine islamın muamelat, ibadet kısmı üzerinde fazla durmamış,daha çok insanların kendi dinini anlamalarını sağlayacak kısımlarını incelemiştir. B.S.N.’nin bu çabaları Kemalizmin bir boşluğunum doldurmak için değil, endüstri medeniyetinin ve rasyonalist felsefi temelin genel problemini çözme yönündedir.(O’nu biyografi konusu seçmemin amacı ; dünya problemlerini başkalarından önce anlamış olmasıdır.)

 

2- ORD. PROF. DR. ANNA MASALA (Roma Üniversitesi -İtalya)

Mevlana’dan Bediüzzaman’a Uzanan Çizgi:

Mevlana,”Gel, yine gel, ne isen öyle gel”derken ; Bediüzzaman’da ,”Kim olursa olsun, madem imanı var, o noktada kardeşimizdir”diyordu.

Benim en büyük şansım, hayat yolunda ilerlerken, beklenmedik bir biçimde, karşıma Türk ulusu gibi bir ulusun çıkmasıdır.

Ben Türk hoşgörüsünün bir talebesiyim. Bunun için Said Nursi’nin bir cümlesi, bir emrine bayılıyorum. Kendileri buyururlar ki: “Bizim düşmanımız ; cehalet, zaruret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silahıyla cihad edeceğiz.”

Ben birçok müslümanın, Kur’an-ı kerimden başka, İncil ve Tevrat’ın sözlerini bildiklerini görüyordum. Halbuki bizde Kur’an’ı bilen Hristiyan çok az idi .Oda benim için büyük bir ders idi. Her zaman hoşgörüye susadım. Bu hoşgörüyü Türk Müslüman Tarihinde buldum. Bu gün Yunanlı, Ermeni, Süryani ve balkan milletlerinin bir kısmı Müslüman Türklerin hoşgörüsü sayesinde yine Hristiyandırlar,yine ana dillerini konuşabiliyorlar. Nasreddin Hoca fıkralarının derin espri anlayışı, halkı güldürmesi de Türk hoşgörüsünün de diğer bir sembolüdür. Fikrimce Bediüzzaman’ın “kim olursa olsun madem imanı var, o noktada kardeşimizdir” sözü gerçek imandır ve hoş görüdür.

3-DOÇ. DR. URSULA SPULLER (Marburg Üniversitesi - Almanya)

Hıristiyan İslam diyaloğu:

Bu diyalog için temel şartlardan birisi de, Risale-i nur noktasından baktığımızda, her şeyden önce her iki dinin ortak noktaları ortaya çıkar. İşte bu ortak noktalar İslamın ve Hristiyanlığın bütün dünyada ateizme, materyalizme ve komünizme karşı ortak hareket etmeleri imkanını vermektedir.

Said Nursi’nin, Kur’an’ın nurunu kendi hayat şartlarında tatbik etmesi numune-i imtisal dir ve örnek teşkil etmektedir. Fakat O, bunun herşeyden önce fevkalade güzel tasavvufi temsillerle süslenmiş bir dille anlatmaktadır.

Hıristiyanlara göre iki din arasındaki diyalog artık zaruret haline gelmiştir. Biz Hrıstiyanlar olarak Müslümanları iyi anlamaya büyük gayret gösteriyoruz. Birbirimizi iyi tanımak her şeyden önce, hiç şüphesiz her iki taraftaki mevcut korkuları telafi edecektir.

Bediüzzaman Said Nursi,”İncil’in insanlar tarafından değiştirilmesine rağmen, gerçek iman esasları kısmen asliyetini muhafaza etmiştir.”demekte,Hz.İsa’ya “oğulluk” verilmesi fikrini Hristiyanların aşırı sevgisinin bir neticesi olarak görmekte ve Hıristiyanların dindarlıklarını saygı ile karşılamakta, bazı inanç esaslarını aşırı bularak reddetmektedir.

Bunun bir zararı olacağını sanmıyorum. Sonuçta Allah birdir. Maide suresinin 48. ayetinde: “Sizin her biriniz için biz bir şeriat ve açık bir yol tayin ettik. Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı,fakat verdikleriyle sizi imtihan etmek için farklı ümmetlere ayırdı,sizde hayırlı işlerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Hakkında ihtilafa düştüğünüz şeyleri O size bildirecektir” denilmektedir.

Yapılacak ilk iş,karşılıklı olarak iki dinin varlığının kabul edilmesidir. Müslamanlar ve Hıristiyanlar birbirlerine karşı yabancı gibi durmamalıdırlar, ortak vazife üslenmelidirler. Bu vazifenin vakti ile şuuruna varmış birisi vardır: Asrımızın büyük alimi, Müslüman ve Hıristiyanlara önümüzdeki asır için yol gösteren Said Nursi’dir. Şu şüphe götürmez bir gerçektir ki,komünizm iflas etmiştir ve görünen o ki, kapitalizm de yıkılacaktır. Bu sebeple her iki dinin ana kaynaklarına dönmek fevkalade bir mecburiyet haline gelmiştir.

Bu gün dünyada 1 milyarın üzerinde Müslüman, bir o kadar da Hıristiyan vardır. Her iki din mensupları olarak eğer biz dikkatlerimizi dinlerimizin temel esaslarına değil de, Cenab-ı Hakkın bize yüklediği ortak vazifeye teksif edersek; yani dünyada adaletin yanında, haksızlığın karşısında yer alırsak, dünyada iyiliğin hakim olası için çok şeyler yapabiliriz. Geçmişin hata ve yanlışlıklarını maziye gömüp gözlerimizi geleceğe çevirmeliyiz. Çünkü dünyanın problemleri gittikçe büyümekte ve girift bir hal almaktadır

Almanya’da örnek diyalog: Almanya’da hususi olarak Hıristiyan İslam diyaloğunu, genel manada da dinlerin diyaloğunu esas alan dergiler yayınlanmaktadır. Bu diyalog Almanya’da 30. yılını doldurmaktadır. Ancak bu diyalog adeta belli bir gurup ve kesime mahsus kalmıştır. Bu diyaloğa canlılık verebilecek bir akım varsa, o da nurculuktur. Çünkü bu cemaat diyaloğu çok açık olarak yürütüyor.

Dünyada nerede savaş ve açlık var ise, bunlara çare bulmak için insanların dinine ve rengine bakmadan çalışmaya mecburuz.

Bediüzzaman Hıristiyanlığa üç noktadan bakmaktadır:

Birinci nokta: Bediüzzaman İncil’in dini hakikatlarını tanımakta ve tamamlanmış olarak Kur’an’da bulunduğunu; müstakil bir din olan Hıristiyanlığın Hz.Muhammed’in (s.a.v.) gelişi ile ona ihtiyaç kalmamakla beraber Müslümanlara sunabilecek halihazır Kur’an’da olanların dışında birşey kalmamıştır.

İkinci nokta: Bediüzzaman münazarat isimli eserinde, Müslüman kalarak, Yahudi ve Hıristiyanlarla dost olunabileceğini ifade etmektedir. Dini farklılıklara zarar vermeden politik, sosyal ve ekonomik sahalarda dostluklar kurulabileceğini belirtmektedir. Hıristiyanlar ve Müslümanlar bu şekilde karşılıklı olarak devletler hukuku üzerinde anlaşabilirler. Birlikte yaşayışa zarar vermeyecek ölçüde dini farklılıklar kabul edilebilir. Bir devletin idare ve anayasasına dini noktadan müdahalesi ise her hal ü karda bu meselenin dışındadır. Bediüzzaman bu görüşü,zamanımız için gerçek bir beraber yaşamanın gerçekleşmesinde çok önemli bir prensip olarak tespit etmiştir.

Üçüncü nokta: İki dindeki ortak noktalar, İslamın ve Hıristiyanlığın bütün dünyada ateizme, materyalizme,komünizme vs. karşı ortak hareket etmeleri imkanını vermektedir. En’am suresinin 48. Ayetinde semavi dinlerin “hayırlı işlerde yarış”ması bil hassa dinsizliğe karşı ortak mücadele, ittihadı temin ederek tek bir ümmeti ortaya çıkarmaktan daha önce gelmektedir.

Bediüzzaman gerçek bir üstad olduğunu İslam- Hıristiyan diyaloğundaki en önemli meseleyi üç maddede toplamasıyla göstermiştir:

a-)Herşeyden önce Cenab-ı Hakka dini ortak değerlerimizle hizmet etmek.

b-)Cenab-ı Hakkın adını yüceltmek.

c-)Dünyada O’nun adını ananların sayısını arttırmak.

 

4-PROF.DR. ABDULVEDUD ÇELEBİ (Ezher Üniversitesi-Mısır)

Bediüzzaman’da tecdit ve ıslah metodu:

İslam tarihinde Müslümanların imanını muhafaza eden birbirine benzer üç hareket vardır: Hindistan’da İmam-ı Rabbani, Cezayir’de İbn-i Badis ve Türkiye’de Bediüzzaman hareketidir.

 

İbn-i Badis hareketi: Cezayir’de İslamiyete ve Araplara ait her şeyi değiştirmeye ve yok etmeye çakışan Fransız sömürgesine karşı idi. İbn-i Badis,eğitim,öğretim, vaaz, irşat, cemaat faaliyeti, kitap yayını ve gazeteciliğe önem vermiştir.

 

İmam-ı Rabbani hareketi: O Hindistan’ın en sefih hükümdarlarından Ekber Şah zamanında yaşadı. Ekbar Şah İslamiyeti tamamen ortadan kaldırmak istedi .İslamiyeti sinsice tahrif etmeye teşebbüs etti. Putperesliğe yer veren yeni bir din kurma arzusuna kapıldı. Güya bu hareketiyle saltanatını muhafaza edecek Hindulara şirin gözükecek, kalplerinde taht kuracaktı. Sonunda geniş çaplı bir program takip etmeğe başladılar ve sonunda “İlahi din” dedikleri yeni dinlerini ilan ettiler. Sloganları da,”Allah-u Ekber”di, buda -haşa- Ekber Şah’ı kastediyorlardı. O dehşetli günlerde ortaya Allah’ın inayetine mazhar olan bir zat çıktı. Şah’ın karşısına dikilerek cihad bayrağını açtı ve kralın fitnesini tarihe gömdü. İşte bu zat hicri 2000 yılının imamı, İmam-ı Rabbani’dir.

 

Bediüzzaman ve çağdaş mütefekkirler:

Bediüzzamanın üslubu siyasi değil, fikir ve eğitim ağırlıklıdır. Bu yönüyle Şeyh Muhammed Abduh’a benzemektedir. O Risale-i nur tefsirinde tercih ettiği üslubu şu şekilde tarif eder:

“Risale-i Nur doğrudan doğruya Kur’an’ın bahir bir bürhanı ve kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem’a-i i’caz-i manevisi ve o bahrin bir reşhası ve o güneşin bir şuaı ve o maden-i ilm-i hakikatten mülhem ve feyzinden gelen bir tercüme-i maneviyesidir.”

“Risale-i Nurlar, çeşitli ilim ve fen kaynaklarından istifade edilerek yazılan diğer eserler gibi değildir. Üstad Bediüzzaman Kur’an’dan başka hiç bir kitaba müracaat etmeden ve telifat zamanında yanında hiç bir kitap bulunmadan Nur Risalelerini telif etmiştir.”

 

5- PROF. DR. İMADÜDDİN HALİL (Musul Üniversitesi - Irak )

Bediüzzamanın edebi güzelliği:

Bediüzzaman’ın eserlerinde fevkalade bir güzellik göze çarpmaktadır. Said Nursi kainatın güzelliğinden, Kur’an’ın sönmez güzelliğine, oradan da Resulullah’ın (s.a.v.) güzelliğine intikal ederek vicdanını harekete geçiriyor.

Bediüzzamanın eserlerinde fevkalade bir estetik göze çarpmaktadır. Hitap üslubu olarak lügatten işe başlar kelimelerin kainattaki varlıkların yaratılış, şekil, biçim ve muhtevalarını kucaklayacak şekilde seçer. Böylece insan kainattaki yaratılışın büyük güzelliğine intikal eder. İnsanın ruh, kalp, görünen ve görünmeyen alemlerle münasebetini ve bu noktadan islamın hakikatının güzelliğini sergiler ele aldığı mevzularda ulaşılamamış güzelliğe ulaşır. Kur’an ve sünnette geniş sahalar açar ve onları yegane hareket noktası kabul eder.

Bediüzzamanın kullandığı dil, lafızdan ziyade manaya önem vermektedir. Şiir kalıplarına mahkum olmadan şairane bir tarz ortaya koyar. Bazen vezin kullanır fakat kafiye ile uğraşmaz.

Bediüzzaman şua, tecelli, zinet, sanat, nur, dallar, reşhalar, lem’alar, katreler, cebherler, elmas, şule,nakış, cilve, inci, ziya vs. Gibi kelimeleri işlediği mevzuların başında ve içinde bir odak noktası olarak kullanır. Mantık adına güzellikten uzak; kuru tabirler yerine, son derece canlı kelimelerle şeffaf bir üslup ortaya koyar.

Bediüzzamanın, konuların başında ve sonunda kullandığı nida üslubuda çok tesirlidir. ”Ey kardeş”, ”Nefsimle beraber dinleyen kardeşim”, ”Ey kardeşim”, ”Aziz ve sıddık kardeşlerim”, ”Ey dostum”, ”Ey bedbaht nefsim” vs. sık sık kullandığı bu nida üslubu okuyucuyu doğrudan doğruya iştirak ettirmeye sebep oluyor. Nida bazen kişinin damarına dokunup aksi tesir yapabilir. Bunu dikkate alan Bediüzzaman çok zaman kendi nefsine hitap eder.

Diyalog, belagat unsurlarından biri olarak esrelerinin pek çok yerinde baş vurduğu bir üsluptur. Bediüzzaman bu diyaloglarda tarafsız bir muhakemeden hareket ederek,kendini meydandan çeker, her iki tarafı konuşturur. Hatta fıtri olması için günlük hayattan alınan konuşmaları tercih eder. Bu karşılıklı diyaloglar içinde gerçekleri son derece sanatkarane bir şekilde derinliklerine inerek tespit eder.

Said Nursi temsilleri sık sık kullanır. Temsil, uzak hakikatleri akla yaklaştıran bir dürbün gibidir. Bununda bir çok örneği vardır. Mesela; “Demek derd-i maişet için namazını terkeden, o nefere benzer ki, talimi ve speri bırakıp çarşıda dilencilik eder...”

Bazen hikaye,bazen bir kıssa Bediüzzamanın kullandığı bir üslup tarzıdır. Gerçekleri akla kabul ettirmek ve gerçeğin bütün yönlerini açığa çıkarmak ve meselenin tesir gücünü arttırmak için bu tarzı tercih etmektedir. Mesela; “Şöyle ki: Bedevi Arap çöllerinde seyahat eden adama gerekir ki ..”

Ritim, B.S.N.’nin çok takdir ve hayranlık duyduğum şairane üslubunu gösteren bir özelliğidir. Mesela 1.Sözde: “Ey nefsim! Böyle ebleh olmamak istersen,Allah namına ver, Allah namına al, Allah namına başla, Allah namına işle vesselam...”.

Risale-i Nurda güzellik mefhumu:

Risale-i Nuru okuyan insanın gözüne ilk çarpacak olan şey, eserlerin kainatla çok yakın bir ilgi içinde olduklarıdır. Bediüzzamanın kainattaki her güzel varlıkla adeta konuştuğunu ülfet ve muhabbet içinde anlaştığını hisseder.

O’nun kainatla bu yakın alakası,atomlardan başlayıp ta kainatın en geniş ve büyük galaksilerine kadar uzanır. Dünyadaki canlı ve cansız varlıklardan kainatın en mükemmel olan insana oradan da bütün maddi emirleri aşarak gayb alemine intikal eder;bu alemlerle daimi bir irtibat kurar ve o alemden insanın dünyasına manevi tatlar kokular ve ruhu heyecana getiren tahassüsler getirir.

Bediüzzaman pek çok yerde kainatta abesiyetin, intizamsızlığın olmadığını, her şeyde hikmet ve intizamın hükmettiğini ve güzellik ve intizam mefhumunun insanların bakışlarına göre değiştiğini anlatır.

Bediüzzaman sanki bir kamera ile bütün varlıkların, çeşitli cephelerden görüntülerini alıyor ve eşyanın maddesi ile manasını yoğurarak Allah’a delalet eden cihetlerini ortaya koyuyor.

 

6-PROF. DR. AHMET ABDURRAHİM ES-SAYİH

(Katar Üniversitesi - Katar )

İmanın kuvvetlenmesinde Bediüzzaman faktörü:

Bediüzzaman iman hakikatlerini en parlak delillerle ispat etmiştir. İmâni meseleleri asrın insanının anlayacağı şekilde ortaya koymuştur. İnsanlık için bir hayat tarzı ve ahlak programı çizmiştir.

Asrımızda insanlık manevi buhranın girdabına düşmüş,bütün değerlerinin yitirmeye başlamıştı. Hayatın asıl gayesini anlamak, müspet hislerini geliştirmek, emniyet ve asayişi sağlamak bir rehbere muhtaçtı. İşte, o rehber bütün eserlerinin şahadetiyle B.S.N.’dir.

Bediüzzaman yalnız Kur’an-ı Kerimi esas aldığından davası,akılları ve kalplerin tasdikine mazhar olmuştur. Tarihin seyrini değiştiren davalarda, iman gücünün hakim olduğu görülür. Bunun içindir ki,bir dava adamı imana ehemmiyet verir, kemiyete, sayı çokluğuna değil, keyfiyete, kaliteye bakar. İlk müslümanları bütün dünyaya üstad ve muallim yapan sır, onların sahip oldukları iman kuvvetidir. Şiddetli bela, musibet acılara maruz kalmalarına rağmen, davalarında asla gevşeklik göstermemişlerdir. Mesela Bilal-i Habeşi, Ammar bin Yasir, Mus’ab bin Ümeyr ve Suheyb-i Rumi iman salabetinde ve ihlasta denilebilir ki dünya rekoru kırmışlardır.

 

7- PROF. DR. İBRAHİM CANAN (Atatürk Üniversitesi)

Bediüzzaman’a göre İslam aleminin ana meseleleri ve çözüm yolları:

“Alem-i İslamdaki ihtilafı,tadil edecek çare nedir?” sorusuna cevabı şudur: “Evvela müttefekun aleyh olan (herkesin ittifakla kabul ettiği) makasıd-ı aliyyeye(yüce maksatlara) nazar etmektir. Çünkü Allah’ımız bir, Kur’an’ımız bir, zaruriyatı diniyye’de umumuz müttefik.”,

1. Nokta: Bediüzzaman’ın Fikri Bütünlüğü Bediüzzaman’ da dikkat çeken husus, onun ilk söyledikleri ve yazdıkları ile son söyledikleri ve yazdıkları arasında bir farklılığa rastlanmamasıdır.

2. Nokta:

İkinci bölüm:

Bediüzzaman’ın efkarının programı ve davasının esasları:

1.madde: İslam alemini terakkiye sevkedecek uyanışı sağlamak.

2.madde: İslam maarifini sağlayan üç merkez arasındaki ihtilafı gidermek: Bu üç merkez medrese, mektep ve tekkedir.

3.madde: İlmi çevrelerde ilmi hürriyeti tesis etmek.

4.madde: Medreselerde ihtisas şubeleri tesis etmek.

5.madde: Mürşid-i umumi olan vaiz ve hatiplerin yetişmesini de ele almak.

6.madde: Osmanlılarda terakki meylini uyandırmak. Burada asıl mevzuumuzu teşkil eden üç düşman mevzu bahis edilir.

7.madde: Hilafet makamının ıslahı meselesi.

8.madde: Osmanlı devletinin beylikler devrine dönüşmemesi için, Müslüman halklar arasında ittihad-ı Muhammedi fikrinin geliştirilmesi.

9.madde: Milli birliği sağlayarak,Kürtlerin ihtilafı sebebiyle zai olan kuvve-i cesimelerinden istifade etmek.

Bediüzzaman’ın üç düşmanı cehalet, zaruret ve ihtilaftır.

Cehalet meselesinin halli:

Bütün ahlaksızlıkların, gerilikler ve harici düşmanlara karşı mağlubiyetlerin asıl sebebi gördüğü cehaletin izalesini, medreselerin yaygınlaştırılmasında görmüştür. Ona göre medreseler, taşıdıkları üç eksiklikler sebebi ile asrın ihtiyacına uygun adam yetiştirememektedirler. Bu eksiklikleri intizam, tefeyyüz,mahreç olarak tespit eder. İntizamla iç yapıdaki mühim eksikliği kasteder: Medreseler tek tip insan yetiştirmektedir. İhtisas şubeleri yoktur. Halbuki o,medreselerin, DARU-L FÜNUN’da (üniversitede) olduğu gibi, ihtisas şubelerine ayrılmasını temenni etmektedir. Tefeyyüzle ilmi ilerlemeyi kasdetmektedir. Tefeyyüze mani unsurları şöyle sıralar:

a-)Alet dersleri asıl derslerin yerine geçmiştir. Alet dersleri ile Arapça ve Arapçaya bağlı temel ilimleri kasteder. Talebe bunların ötesine geçememekte,ömrü ibare çözmekle tükenmektedir.

b-)Medresenin resmi programına aynı meseleleri işleyen çok kitap girmiştir. Talebeler, ömrü tüketen bu kitapların dışına çıkamamaktadırlar.

c-)İhtisaslaşma olmadığı için,talebeler fıtri meyillerine uygun gelişme gösteremiyorlar.

d-)Medreselerde fenni ilimler yoktur. Bediüzzaman medreselere müspet ilimler dediğimiz fen ilimlerinin ve ya ulum-u medeniyenin konmasını teklif etmektedir.

Mahreç meselesi:

Bu, medrese mezunlarının iş sahasıdır. Bu eksiklik medreselere kaliteli, kabiliyetli talebelerin gitmesini engellemektedir.

İkinci düşman: zaruret:

Bediüzzaman zaruretle müslümanları maddi ve teknik yönden maruz kaldıkları gerilikleri kasteder. Bediüzzaman’a göre batı terakkisinin üssü-l-esası milliyetçilik duygusudur. Bu duygunun bizde de uyandırılması lazımdır Ancak o milliyetçilikten İslamcılığı anlar.”Milliyet bir bedendir,ruhu dindir.” ,”Din milliyetin hayatı ve ruhudur.”der.

Üçüncü mesele: ihtilaf

İhtilafla hem dar çevredeki müslümanlar arsındaki ihtilafı hem dini gruplar arasındaki ihtilafı kastetmektedir. Müslümanlar arasındaki ihtilafların, iman zaafı,bencillik,en doğruyu (ehakkı)aramak gibi bir kısım eksikliklerden ve yanlış davranışlardan ileri geldiğini belirtir.

Tevhidin çareleri:

  1. İmâni şuur
  2. Eşitlik
  3. sebad-ı azama uyma
  4. maarif
  5. Ehakkı aramak
  6. Muhabbete muhabbet,adavete adavet

 

İttifak etmesi gerekenler:

1-Üç büyük şubenin ittifakı

a-)Mektep

b-)Medrese

c-)Tekke

2-Dini cemaatlerin ittifakı

3-Adem-I merkeziyete hayır.

4-Harici düşman:

onlara dost nazarı ile bakmamız gerektiğini söyler ve buna sebepler gösterir:

a-)Onlar bizim uyanmamıza vesiledir.

b-)Onlardan fen alcağız

c-)Onları islamın sulh dini olduğuna ikna etmemiz gerekmektedir.

d-)Onlar komşularımızdır,komşuluk dostluğu gerektirir.

Bunla alakalı: “Ecnebilere düşman nazarı ile değil belki saadetimize ve I-la-y-ı kelimetullaha bu zamanda vasıta olan terakki ve medeniyete biziz teşvik ve icbar ettiklerinden dost ve hadim nazarıyla bakacağız,”demektedir.

Medenilere karşı silah: “Ermenileri nasıl mağlup edeceğiz?” sorusuna cevabı onun silah anlayışına ışık tutar: “Onlar sizi mağlup ettiği silah ile yani akıl ile fikri milliyetle, meyli terakki ile, temayül-I adalet ile mağlup edebilirsiniz.”

İstikbal ümidi: Bediüzzaman demek, mücessem ümit demektir .Eserleri üç beş ana maddeye icra edilerek özetlense,bunlardan biri mutlaka istikbal ümidi olacaktır.

8-PROF.DR.ADEM TATLI (Selçuk Üniversitesi)

Bediüzzamanın eğitim modeli:

Bediüzzaman, geçmişin medresesini günümüz anlayışına göre ıslah edip bunu fen ilimleriyle barıştırmış ve ikisini bir arada başarı ile sunarak, değişik eğitim sistemleri ile bunalmış insanlığa yepyeni bir eğitim modeli sunmuştur. Toplumların bütün gayret ve faaliyeti,maksat ve gayesi ferdin ve dolayısı ile bütün bir cemiyetin huzur ve refahını temindir. Bunun sağlanması da, hem ferdin arzu ve isteklerinin iyi bilinmesine ve hem de fertleri birbirine bağlayan rabıtaların tespitine ve tesisine tabidir. Bunları sağlayacak olanda eğitimdir.

Bir eserin insanın şahsi hayatında tesirli olabilmesi için onun istek ve arzularını bir hat altına alarak müspet bir yöne kanalize edebilmesi evvel emirde bu insanın aklına, kalbine, his ve ruh alemine hitap etmesi ile mümkündür.

Bediüzzaman gençlerin dini eğitimlerinin ihmal edilmesinin, istikbalde telafisi imkansız zararlar vereceğini, memleket ve milletin başına anarşistlerin musallat olacağını o zamanın yetkililerine müteaddit defalar söylemiştir.

Bediüzzaman’a göre bu milletin hayat bulup dirilmesi,ancak dinin telkinatıyla olacaktır.”Din hayatın hayatı, hem nuru hem esası,ihyayı dinile olur şu milletin ihyası.”

Bediüzzaman’a göre bir memleketin huzur içinde kalkınması için gençlere hem fen ilimleri hem de fen ilimleri verilmelidir.

Risale-i Nurlarla geçmişin medresesini, günümüz anlayışına göre ıslah edip bunu fen ilimleri ile barıştırmış ve ikisini bir arada başarı ile sunarak değişik eğitim sistemleri ile bunalmış ve kendisine bir çıkış yolu arayan beşeriyete yeni bir eğitim modeli sunmuştur.

 

9-PROF.DR.ŞENER DİLEK (İnönü Üniversitesi)

Risale-i Nurun metod ve gayesi:

Risale-i Nur davetini hikmetle yapmış, yumuşak söz ve tatlı dille mesajını sürdürmüştür. Davasını sabır ve çile içinde yılmadan, yıkılmadan, müspet hareketle yürütmüştür. Tarz ve üslubunda insanı esas almıştır. Geleceğe ümitle bakmıştır. Halis bir fedakarlar ordusu tesis etmiştir. Kanaatimizce,fikir hareketleri,düşünce sistemleri aşağıda sıralayacağımız sualler ile ciddi bir biçimde test edilmelidir:

 

1-Risale-i Nur Fıtrat Kanunlarına Uygunmudur?

Fıtrat kanunları cenabı Allah’ın “adetullah” ,”sünnetullah” diye tabir ettiğimiz kainatta vaz ettiği ve alemde cari olan kanunları ile insanın mahiyetine derc ettiği kanunlarını hey’et-i mecmuasıdır. Bu kanunların bir kısmı, kainatta cari olan kanunlardır ki, bu kanunları yer çekim kanunu,suyun kaldırma kanunu gibi örneklendirebiliriz. Diğer kısmı insanın hilkatine derc edilmiş kanunlardır. İnsan fıtratına nakşedilmiş kanunlardan bazılarını önemine binaen zikredelim:

  • “Beşer dinsiz yaşayamaz”
  • “İnsan fıtratında mülkiyet esastır.”
  • “insan acz ve zaaf üzere yaratılmıştır. Şefkate muhtaçtır.”
  • “İnsan ihsanın kölesidir.”
  • “İnsan tahakküm ve terörden hoşlanmaz.”
  • “İnsan sadece maddi ve sufli bir varlık değildir. Midesi rızka muhtaç olduğu gibi kalp ve ruhuda manevi rızıklara muhtaçtır.”
  • “İnsan ebed için halk olunmuştur. İnsan fıtratı ebediyeti arar,bekayı ister.”
  • “İnsan sevdiğini anar ve zikreder.”
  • “İltica istiğfar,istimdat, dua ve talep fıtratın vaz geçilmez lazımlarındandır.”
  • “Fıtrat insaniyete layık itibar ister.”

Fıtrata nakş edilmiş bu kanunlar kainattan koparılıp atılamaz, fıtrattan sökülüp çıkarılamaz,İnsaniyet bu kanunlar arasındaki ilişkiyi kavradığı, dengeyi tesis ettiği zaman kemalini bulur. Beşer bu esasları ders verecek, bu hakikatleri talim ettirecek bir muallime,bir mürebbiye, bir müfessire muhtaçtır. Bu muallim ve müfessir ise Kur’an-ı Kerimdir,Furkan-ı Hakim’dir. Risale-i Nurun yüklendiği görev kainatta ve insan fıtratında cari olan fıtrat kanunlarını açıklamaktadır. Risale-i Nur, Kur’an-ı Kerimin hakiki ve manevi bir tefsiri olduğu için onun maksadı,kainat kitabını okumak, fıtratın gayesini, hilkatin neticesini beyan etmektir. İşte Risale-i Nurun ilk ve en birinci gayesi fıtratın en yüce neticesini anlatmak;yani Allah’ı bildirmek, O’nu muhabbet ve marifetini kalp ve ruhlara nakşetmektir.

*yeki hah: Yani yalnız biri iste, başkaları istemeye değmiyor.

*Yeki han: Biri çağır, başkaları imdada gelmiyor.

*Yeki cuy: Biri talep et, Başkaları layık değiller.

*Yeki bin: Biri gör, başkalar her vakit görünmüyorlar.

*Yeki dan: Biri bil,marifetine yardım etmeyen başka bilmekler faidesizdir.

*Yeki guy: Biri söyle ,’ona ait olmayan sözler malayani sayılabilir.

Fıtrata muhalefet edene fıtrat muvafakat vermeyecektir. Bunun tarih sahnesinde yaşanan en canlı örneği komünizmdir. Çünkü komünizm fıtrata muhalefet ettiği için yıkılmıştır. Fıtrata muhalefet eden bütün sistemler er geç yıkılacak ve paramparça olacaktır.

 

2-Risale-i Nurun Menbaı, Me’hazi Nedir? Arzi Midir, Semavi Midir? Nerelerden Ve Kimlerden Beslenir?

Risale-i Nurun menbaı,me’hazi Kur’an’ı azimüşşandır. Rehberi peygamber-i zişan Hz.Muhammed (s.a.v.)dır. Çizgisi ehli sünnet vel cematin cadde-i kübrasıdır. Cemiyeti ayakta tutan,insanları birbiri ile pekiştiren kuvvetler içersinde hiç bir kuvvet din kuvveti kadar müessir olamaz ve dini kuvvetin yerini tutamaz. Vicdanın ta derinliklerine kadar inmek,kalp ve ruhları hakikatlara raptetmek,hissiyat-ı insaniyeti aşk ve şavk ile uyandırmak için me’hazin kudsi olması lazım ve elzemdir. Me’haz kudsi olursa tesir köklü, derin, külli ve daimi olur. Bu hakikati Bediüzzaman şu cümle ile ifade eder:

“Elde Kur’an gibi bir burhan-ı hakikat varken, münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir.”

 

3-Risale-i Nurun insanın iç ikliminde yaptığı etki nedir? Bu etki sathi ve şekli midir, yoksa hayattar, dinamik ve deruni midir?

Risale-i Nurun insanın iç iklimine rıza-ı ilahi, ihlas,hasbilik,saffet ve samimiyet gibi hissiyatları yerleştirir. Risale-i Nurun etkisi, hayat ve ameldedir. Davranışlarda görünür, simada okunur.

 

4-Risale-i Nurun içtimai bünyenin tesis ve tekmiline kuvvet verebilecek temel değerleri nelerdir?

Risale-i Nur içtimai bünyesinin sıhhat ve istikametine fevkalade önem verir. Yıkıcı, dağıtıcı, parlayıcı ve parçalayıcı hareketlere asla itibar etmez. Müsbet hareketi dini bir vazife olarak görür, bir şiar bilir, menfi hareketlere müsaade etmez. Dinimizdeki kardeşlik ruhunu söndüren, müslümanlar arasındaki muhabbeti samimiyeti parçalayan hareketlere; Yani kabilecilik, aşiretçilik, kavmiyetçilik, unsuriyetçilik ve menfi milliyetçilik gibi his ve fikirleri katiyetle red ve tard eder.

Risale-i Nur içtimai bünyede istinat noktası olarak Hakkı kabul eder. Risale-i Nurun içtimai bünyedeki hedef ve gayesi rızai ilahi ve fazilettir. Fazilet yerine madde ve menfaatin alkış ve gösterişin sergilendiği bir cemiyette bütün ilişkiler dalkavukluk ve riyakarlık esasları üzerine kurulur, hakiki muhabbet ve tesanüt tesis edilemez. Risale-i Nur içtimai hayatta teavün düsturunu esas kabul eder, fakirin acizin garibin, muhtaç ve kimsesizin, yetim ve sahipsizin imdadına koşar. Boğuşmaya, çarpışmaya, kin ve kana müsaade etmez. İçtimai hastalıkları hilim ve şefkatle tedaviye çalışır.

 

5-Risale-i Nur eğitici, öğretici, ufuk açıcı ve yol gösterici midir; yoksa slogan üretici, avutucu, his ve hevayı tahrik edici midir?

Risale-i Nurun mesleği okuma mihveri üzerine kurulmuştur. Amacı, muhataplarını hakikat ve marifetle eğitmek okutarak onlara şahsiyet kazandırmaktır. Metodu ikna edicidir. Meseleleri mantık ve muhakeme esasları ile ele alır, delil ve burhanlarla yoğurur. Aklın istifadesi yanında kalp, ruh, sır gibi diğer latifelerinde hissesini verir; keyfiyeti yüksek, ufku geniş, hamiyeti büyük dava ve ideal elemanları yetiştirmeyi gaye edinir.

 

6-Risale-i Nur tek yönlü tek hayatlı, sırf dünya boyutlumudur; yoksa madde ile manayı mezceden dünya ile ahireti birlikte kucaklayan bir mizaçta mıdır?

Risale-i Nur, gerçek saadet ve hayat kaynağı olan islamiyetin esaslarını terennüm ettiği için insanın dünyevi, içtimai görev ve sorumlulukları yanında ahiret sorumluluğunu, kulluk görevlerini de fevkalade hassasiyet ve ciddiyetle nazara verir.

 

7-Risale-i Nur dahili ve harici menfi ve yıkıcı cereyanların etkisinde midir?Onların yörüngesine girip onlara alet ve tabi olabilir mi?

B.S.N. hak ve hakikat, din ve adalet hesabına olmayan belki inat, asabiyeti milliye ve menfaat-i cinsiye ve nefsin enaniyetine dayanan dünyada emsali görülmeyen bir zulüm hesabına çalışan cereyanlara, değil taraftar olmak; hatta, merakla o cereyanları takip etmenin onların yakan ve aldatıcı propagandalarını dinlemenin ve zulümlerine bakmanın caiz olmadığını ifade etmektedir. Zulme rıza küfürdür; taraftar olsa zalim olur. Meyletse -vela terkenü illellezine zalemu fetemessekümünnar- ayetine mazhar olur.

Risale-i Nur mesleğinin esasları:

1-Hizmet-I iman ve davayı Kur’an,

2-İhlas,

3-uhuvvet,

1-acz, fakr, şevkat ve tefekkür,

2-Sebat ve sadakat

3-Şevk-I mutlak ve şükr-ü mutlaktır.

 

Risale-i Nur hizmetinin icrasındaki metodlar:

1-Kur’an-ı Azimüşşana ayna olmak,

2-İlmi akide ve kelamda tecdid yapmak,

3-Bir şahsı manevi tesis etmek,

4-Müspet hareket,

5-Siyasetten tecerrüt etmek,

6-Aksiyon gücü tesis etmek.

7-Hizmetin icrasında ecir ve ücret istememek.

8-Eğitim ve öğretim.

SONUÇ:

Bediüzzaman, asrın hastalıklarına Kur’an’ın eczahanesinden ilaçlar sunan tabibi zamandır.

Bediüzzaman, kurtuluşu Kur’an da arayan nazarları Kur’an’da celbeden rehber-I zamandır.

Bediüzzaman davayı Kur’aniyenin mesuliyetini omuzuna almış naşir-I nur-u Kur’an’dır.

Bediüzzaman, kalb-i külliyi ve vicdan-ı umumiyi hikmet-i Kur’aniye ile tamir eden mimar-ı imandır.

Bediüzzaman marifetullahın esrarında kulaç atan küheylan-ı zamandır, muarrif-i Kur’an’dır. Ve nihayet ümid-i islamdır.