GÜNÜMÜZDE ALEVİLİĞİN SORUNLARI

Yazar : Reha ÇAMUROĞLU

Yayınevi : Ant Yayınları

Baskı : İstanbul / 1992 / 160 shf.

 

GİRİŞ

Alevilik son yıllarda, Türkiye gündeminin önemli maddelerinden biri haline geldi. Hatta, politika sahnesinde seçim dışı zamanlarda da konuşulmaya başlandı.

Bu sebeplerle Alevilik’e içeriden bakan bir yazarın bu meseleleri ele alması çok önemlidir.

Bir inanç, düşünce sisteminin ve bir kültürün hayatiyeti, onun değişen zaman ve mekanlarda kendisini yeniden üretebilme, yetiştirebilme gücüyle ölçülür. Bu güç de, sadece yeni zaman ve mekana pasif uyumlaşma değil, o zaman ve mekana kendi rengini vererek onu bir ölçüde kendine benzeterek kurulacak aktif bir iletişim içinde yaşayacaktır.

Bu anlamda, Hz Ali, Kerbela Olayı, Gadir-i hum, Hüsnüye İmam Cafer Buyruğu vb. geleneksel sembolik motiflerin anlatılıp durulması, Alevilik inanç sisteminin hayatiyetini devam ettirmez.

Bu kitap, bazı Alevilerin ‘Gençler, inanç ve geleneklerimizden uzaklaşıyor’ ‘Kutsal semahlarımız, turistik gösteriye dönüşüyor’ türündeki sorunlarını çözmek için hazırlanmış.

 

DİYANETİN ASİMİLASYON HAREKETİ

Diyanet İşleri Başkanlığı, uzunca bir süredir Alevilikle ilgili etkinlikler içindedir: Toplantılara katılma, yazılarıyla açıklamalar yapma vs.

Fakat, Alevilik konusunda Diyanetin açıklamaları zahiri niyetlerine taban tabana zıt.

Diyanet, ülkemizdeki bütün Müslümanları temsil ettiğini ve Aleviler de Müslüman olduğuma göre, Diyanet’e karşı hiçbir sebep olmadığını söylüyor.

Bu düşünce tarzı, ülkemizin dini gerçeklerine ters düşüyor, köktenci İslam hareketi bir gelişim içinde, İran İslam devriminde bu hareketlere moral destek veriyor. Suudiler, İslam liderliğini Şii İran’a kaptırmamak için köktenci İslami hareketlere destek veriyor: Rabıta vs. ile

Kısacası, Diyanet, bırakalım Alevileri, Sünni ve Şii Müslümanları dahi bütünüyle temsil edememektedir.

Anadolu Alevileri ne dün, ne de bugün kendi dışlarında oluşmuş, kendilerine yabancı bir kurum tarafından temsil edilmemiş ve edilmeyecektir de.

Diyanet’de Alevilik’in ‘A’sını bilmeyen insanlar açıklamalarda bulunuyorlar. Onu basit bir Hz. Ali ve Ehl-i Beyt dostluğuna indirgiyor, 1400 yılda oluşan bir inanç sistemini bir çırpıda çiziyor ve onu İran Şiiliğiyle karıştırıyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı 3 Mart 1924’de laikliğin korunmasına katkıda bulunmak için kuruldu. Fakat zamanla şeriat düzeni yanlısı kadrolar içinde girdi. Laik Müslümanlar çok azınlıkta kaldığı için Aleviler bu kuruma güvenmiyorlar.

Yaz, Diyanet’i toplumda tek tip hüviyet oluşturmaya çalışmakla suçluyor.

 

İSLAM DAİRESİ

İslamiyet’in ilk devrelerinde Müslümanlara göre insanlar, Müslümanlar ve kafirler diye ikiye ayrılıyordu. Daha sonra Ebu Süfyan gibi İslam’ın sıkıntısını çekmemiş insanların İslam’ın galip olduğu dönemde Müslüman olmasıyla bu daire içine yeni Müslümanlar ifadesi girmiş.

Hz. Muhammed’in (sav ) ‘göçmesiyle’ nifak ve iftirak başlamış ve İslam toplumunda ‘kendine Müslüman diyen kafirler’ belirmiş.

Daha sonra İslam alimlerince ‘Fasık’ ifadesi kullanılır olmuş (inancına rağmen günah işleyenler ortaya çıkınca).

değişik mezheblerde dört temel ‘İslam dairesi’ anlatımı var.

Mu’tezile’ye göre ‘Fasıklar’ ne Müslüman, ne de kafirdirler. Hariciler’e göre ‘fasıklar’ kafirdir. Mürcii’lere göre ‘fasık’ kebairi bilerek işlediğini belirtmediği sürece Mü’mindir.

Kur’an’ın görüşüne göre sadece Müslümanlar ve kafirler var.

Gazali ve Ethem Ruhi Fığlalı’ya örnek vererek şunları söylüyor, İslam İlahiyatçıları Alevi-Bektaşi kitleleri oldukları gibi kabullenmemekte, onların namaz, oruç gibi Ortodoks ibadetlere alışmasını beklemekteler. Aksi halde İslam dairesi haricinde kalacaklarını söylüyorlar.

Biz, Sünni’lerin namaz, oruç ve haccına karışmıyoruz. Onlar da bizim inançlarımıza ilişmesinler. Alevilere büyüyecek çocukmuş gibi davranılmamalı, onların farkı tanınmalıdır, fark tecellidir.

Alevilikte dinsel bağlanma ve Tanrıya yönelme konusuna ‘kişi’ temelinde bakıyor. Alevilik’e göre Tanrı ‘Gizli Bir Hazine’ idi. ‘Bilinmeyi sevdiği için’ alemi var etti. Yani sevgi varoluşun kökeni ve nedenidir. Tanrıya sevgi ile varılır. Bu sevgi başlıca ibadettir.

Alevilik’e göre Yezid’in şehadet getirmesi onu kurtarmaz. Gandhi bir ermiştir ve Yezid de bir katildir.

Alevilikte aşkın olan sevgidir, aşktır. Toplumsal kuralların mihenk taşı da bu aşkın ilkidir. Yani Alevilikte ikiş kelime-i şehadet getirip getirmediğiyle, namaz kılıp kılmadığıyla değil, taşıdığı aşkla değer kazanır, o denli ‘Mü’min’ olur. Bu anlamda Hıristiyan, Budist, Yahudi, Taoist ya da Tanrı tanımaz da ‘Mü’min’ olabilir.

Alevi-Bektaşi düşüncesinin sembolleri de dinler arasında geçiş yapabilir. Musa’ya (as. ) yol gösteren Eli’nin Ali sembolü oluşu gibi.

 

ALEVİLİK GERÇEK İSLAM MIDIR?

Yüzyıllardır ‘Biz Müslümanız’ dedikleri halde, Aleviler ‘Hayır! Siz Müslüman değilsiniz’ tepkisi ile karşılaşmışlar ve bazı Aleviler de çıkıp ‘Asıl siz Müslüman değilsiniz, gerçek Müslümanlık Aleviliktir’ karşılığını vermişler.

Yazar dini inanışları Heterodoks ve Ortodoks olarak ikiye ayırıyor.

Alevi-Bektaşi inancı Heterodoks bir dinsel inançtır. Heterodoks dinsen inançların en temel özelliği ise evrensel oluşlarıdır. Her dindeki (İslamiyet, Hıristiyanlık, Musevilik, Budizm ve Hinduizm) Heterodoks akımlar benzer ve özdeştirler. Bu sebeple birbirlerine yakın dururlar. (Şeyh Bedrettin’e Bogomiller yardım etmiştir).

Ortodoks dinsel inançlar ‘dünyaya düzen vermek’, dünyevi iktidarın sahibi olmak peşinde oldukları inçi, birbirleriyle çatışırlar. Bektaşi-Bogomil yakınlığına Katolik-Sünni ilişkisinde asla rastlayamazsınız.

Heterodoks dinsel inançlar dinler, peygamberler ve kitaplar arasında hiyerarşi gözetmezler. Bu nedenle bir din tartışmasında öldürülmüş bir Hıristiyan azizinin mezarı, Heterodoks Müslümanlar tarafından bir makam-ı ziyaret haline getirilebilmektedir.

Türk Heterodoksinin deyişi: ‘Yetmiş iki millete bir gözle bakmayan, halk’a müderris olsa da hakikatte asidir’.

Alevilik özünü insan kardeşliği ve Tanrı’yı insanda görmekten alır ve ‘Puta tapan da Allah’a tapar’ inancına bağlıdır.

Alevi-Bektaşilik, Müslüman sembolik yapısı içinde kendini ifade eden bir heterodoks inancın adıdır. Bir Alevinin ‘Ben Müslümanım’ demesi, bu gerçekten kaynaklanıyor. Yoksa diğer dinleri aşağı görmesinden değil, bu anlamda ‘Alevilik gerçek Hıristiyanlıktır’, ‘Alevilik gerçek Museviliktir’ demek de ‘Alevilik gerçek Müslümanlıktır’ demek kadar doğru ve yine aynı oranda yanlış olacaktır.

Alevilik’i anlamak için sadece islam tarihine başvurmak hatalı ve yetersiz olacaktır. İslam ve İslam tarihi ancak onun bileşenlerinden biridir. Onu anlayabilmek için tüm dinlere ve tüm sembolik yapıların bilgisine başvurmak gereklidir.

Tanrısal gerekliğin, yani hakikatin tekeli kimsenin elinde değildir. Alevilik’in diğerlerine anlatmak istediği en önemli inanç da budur.

 

İÇKİ VE ALEVİLİK

Sünniler de, Hıristiyanlar da, Budistler de alkollü içki içmekte, üstelik bolca tüketmektedirler.

Anadolu Alevilik’inde ve Bektaşi’likte içkini özel ve olumlu bir yeri vardır. Alevilerin ya da Bektaşi’lerin içki içmeleri arızi ya da inançlarına rağmen işledikleri bir günah değildir.

Aşkı fuhuşla, içkiyi alkolizmle özdeşleştirenler için insan aşkını, içkiyi öven bir dinsel inanç sistemi anlaşılmaz ve garip görünecektir.

Aşkın üzerindeki menfi baskı fuhuşu, içki içmenin üzerindeki menfi baskı da alkolizmi doğurmuştur.

Alevilik ve Bektaşilik’de içki, bazen Cem Ayininin bir parçası, bazen de ayin sonrası muhabbetin bir parçası olarak önemli bir yere sahiptir. İçkinin bu önemli yeri onun insan üzerindeki etkilerinin belirli bir düzeyde ortaya çıkışının bu inanç sistemi tarafından olumlu bulunmasından ileri gelir.

Olumlu bulunan ölçüyü aşmayan içki, kişinin normalde arada-sırada düşündüğü ya da hiç düşünmediği farklı gerçekliklerin toplumsal kısıtlamaları aşarak ya da zorlayarak yine toplumsal bir ortamda dile gelmesini sağlar.

İçkiyi fazla kaçırıp ‘zom’ olanlar bu muhabbetlere alınmama müeyyidesine de razı olmak zorunda kalacaktır.

Tahakküm ahlakı iki yüzlüdür. İçkiden vergi almayı asla ihmal etmeyen Osmanlı Devleti, sarayda bol bol içki tüketirken, içki üreten ve içen Alevi-Bektaşi’leri fermanla kadılarla ve kolluk kuvvetleriyle kovuşturmuştur.

Alevi-Bektaşi’ler içkiyi bilerek içmişler ve bu toplumun kültürüne bir içki muhabbeti adabının katılmasında rol oynamışlardır. Bugünkü alaycı anlamından sıyrıldığımızda ‘ser-hoş’ sözcüğü ‘başı-hoş’ anlamına gelir. İnsanın başının ‘hoş’ olmasının ne gibi bir sakıncası vardır?

 

ALEVİLİK ÇAĞDAŞLIK MIDIR?

Alevilik-Bektaşilik ‘Tanrı’lı bir inanç sistemidir. Tanrı bilgisi sürekli ‘oluş’ halindedir. Tanrı’nın oluş süreci tarihsel ya da zamansal bir süreç değildir.

Tanrı’lı bir inanç sisteminin temel özelliği nesnel bir hak veya kurumlarca belirlemiş değildir, bu kavram aynı Tanrı gibi sürekli oluş halindedir. Bu kavram varlıkların birliğinin içsel aklı olan aşkı temsil eder. Bu kavramdan ‘hakikat’ doğar.

Hakikat ve gerçeklik, Hakikat Hak’dan gelir. Hakla birlikte vardır, Tarih ve zaman ötesidir. Bu anlamda çağımızın ya da şu veya bu çağın gerçekliklerinin Hakikat’le bir ilişkisi yoktur.

Bu nedenle Alevilik ‘Çağdaş’ değildir, hiçbir çağda da ‘Çağdaş’ olmamıştır.

 

ŞİİLİK VE ALEVİLİK

Şia, taraftar, özel olarak Ali taraftarı anlamına gelirken, Alevi de Ali’ye bağlı olanlar, Ali’den yana olanlar anlamına gelir ki anlam olarak arada bir farklılık yoktur.

Her iki terim de özellikle belirli terimsel dönemeçlerden sonra özgün tarihsel ve ideolojik anlamlar kazanmışlardır.

Şah İsmail Tebriz’de 1501’de iktidara geldikten sonra ezanların ‘Ali’nin onun velisi olduğuna şahitlik ederim’ ekiyle okunmasını emrediyor. Yazar, Anadolu Alevilik’i ile İran Şiiliği arasında keskin çizgilerin oluştuğu tarih olarak bu tarihi görüyor.

Alevilik’e göre Tasavvuf’un özü devlet düşüncesi ile çelişir. Tasavvuf devlete gerek duyulmayacak bir düzen peşindedir.

Şah İsmali son Erdebil Sufisi olurken, ilk İsna-Aşeriyye Hükümdarı da oluyordu.

Şah İsmail’in iktidarı olarak içine düştüğü açmaz buradadır. İsna-Aşeriyye Şiiliği ise bu temelden kalkarak ve sürekli tasavvuftan uzaklaşarak bugün İran’da resmi ideoloji haline gelen Şiiliğe dönmüştür.

Şiiliğin, Alevilikten Bazı Temel Farklılıkları

1-Şeriat anlayışı (oruç, hac, namaz, cami) Şia’da var.

2-Şiilerde’ Kur’an’ın ancak gizli hükümlerini sadece müctehidler yorumlayabiliyor. Alevilik’de açık insan yorumlama hakkına sahip.

3-Şia’da İmamet, Ayetullah makamı var; Alevilik’de Allah ile doğrudan ilişki kurabilme imkanı(!) var.

4-Her iki inançta da On İki İmam olan Mehdi gaybettedir ve bir gün geri dönerek insanlığı selamete ulaştıracaktır. Bektaşilik’de mürşidler olmasıyla Mehdi’yi bekleme ruh hali yoktur.

Ortodoksi, ‘esas’ olmanın gücünü ve güvenini hissederek Aleviler’e soruyor: ‘Niçin camiye gitmiyorsunuz?’ oysa onlara ‘Niçin camiye gidiyorsunuz? Niçin semah dönmüyorsunuz?’ diye sorulmuyor.

Yazar, bazı Alevilerin ‘Alevi camilerde Hz. Ali ve Ehl-i Beyt Sevgisi dile getirilirse, onların camilere gitmesini Süngüyle dahi engelleyemezsiniz’ demelerini eleştiriyor.

Alevilik ile Sünnilik ve Şiilik arasındaki fark, Hz. Ali ve Ehl-i Beyt’e duyulan muhabbeten ibaret olarak görülüyorsa, böyle düşünenler hiç Alevilik hakkında zahmette bulunmasınlar, Alevilik yok olmuş demektir. ‘Fark budur’ diyenler, aslında ‘Fark yoktur’ demiş olurlar.

Alevilik, Tanrı’yı evrenin her yerinde gören bir inanca sahiptir. Öte yandan, kişinin Tanrı ile ilişkisi -ki Alevilikde ibadetin tek mümkün anlamı bu olabilir- tüm diğer ilişkilerinde süre gitmektedir.

Böyle bir ibadet anlayışı, Alevilik’in ibadetini belirli zaman ve mekanlara sıkıştırmayı ortadan kaldırır.

Aleviler, cem evine Ortodoks Müslümanların camiye, Hıristiyanların kiliseye gittikleri gibi gitmezler. Nietze şöyle der: ‘Tanrı’nın mezarları ve türbelerinden başka nedir ki bu kiliseler?’

Alevi, cem evine rahatlamak için değil, vicdanı rahatlarken bu şekilde cem ayinine katılmak ve semah dönmek için gider.

Cem evi ibadetin yapıldığı yer değildir. İbadet hayatın tümüdür.

Cem evlerinin size Tanrıya yükseldiğiniz zannını verecek yüksek minareleri ya da çanları yoktur, onlar sade ve basit yapılardır.

Kutsal olan, cem ayinidir, semahtır; fakat esas olarak niyazdır, kısacası aşktır.

 

ALEVİLİK VE SOL ÜZERİNE

1789’da sol kavramı ortaya çıktığında Alevilik bin yaşını çoktan doldurmuştu. Üstelik 1789’da da bu iki kavram henüz tanışmamışlardı. Türkiye’nin Alevi kitleleri sol kavramıyla tanıştığında takvim 1960’ları gösteriyordu.

T.İ.P. TBMM’ne sokmayı başardığı milletvekillerinin çoğunu Aleviler’e borçludur. FKF Dev-Genç gibi bir çok sol gençlik örgütü Alevi gençlere olmasa belki düşünülemezdi. ‘Umudumuz Ecevit’ imajı yine bu durumdan payını almıştir. Sağın Sünni İslam’la özdeşleşmesi bu duruma güç katmanın ötesinde bir işe yaramamıştır. Ama bu tek neden değildir.

Mesela sağ-sol değil, savunulan fikirler; özgürlükçülük, inanç ve düşünce özgürlükçülüğü nerede savunulursa, Alevi de onun yanında yer alır.

Alevilik siyasi bir düşüncenin adı değildir. Alevilik dinsel bir inancın ve o inanç çevresinde oluşan bir kültürün adıdır.

Alevilik ateist değildir. Nazi’lerin de ‘ateist’ oldukları düşünülünce, ateizmin öyle pek de övünülecek ‘çağdaş’ bir düşünce olamayacağı da yak inen görülür.

‘Alevilik solcudur’ mu dediniz? Buyrun ‘Hangi sol?’ tartışmasına. Yeni sol, eski sol, Leninist sol, Troçkist sol, Stalinist sol, Maoist sol ve daha onlarcası. ‘Alevilik sağcıdır’ derseniz yine aynı sonuç. Oysa Alevilik son zamanlarda kendisi için ve başka sistemlerden alınmamış kendi deyimleriyle yeniden düşünmeye başladı. Alevilik’in önüne karkasına yeni terimler eklemeye hiç mi hiç gerek yoktu. Solcu ya da sağcı olmanın Alevilik’e kazandıracağı yeni bir değer yoktur. Alevilik, Alevilik’tir.

 

YUNUS EMRE HETERODOKS BİR DERVİŞTİR

Derviş, heterodoks olsun, Sünni olsun, Türk halk İslam’ının temel öğesidir. Farsçadır. ‘Fakir’, ‘ihtiyaçlı kimse’ demektir.

Tasavvuf çok kaynaklı bir inanç sistemidir.

Heterodoks tasavvuf ehli için ‘aşk’ neredeyse Allah’a yaklaşımın tek temasını oluşturur. Aşk-ı mecazi, aşk-ı hakiki. Aşk-ı mecazi çok önemlidir.

Heterodoks işlem için aşkın önemi büyük ölçüde insanı yargılamaktan uzaklaştığı içindir.

Namazdan maksat Tanrıya yaklaşmaktır.

Bu nedenle Kur’an özgürce yorumlanabilir, namaz kılınmayabilir, oruç tutulmayabilir. Kısaca ‘Şeriat kapıda kalabilir’. Buradan kalkılarak ‘Biz Allah’ın (c.c.) azad edilmiş kullarıyız’.

M. Arabi bu nedenle ‘puta tapan da Allah’a (c.c.) tapar’ derken, Yunus Emre ‘72 milleti hor görmemekten söz eder’.

Işık imandır bize gönül cemaat,

Dost yüzü kıbledir, daimdir salat

Dost yüzün görünce şirk yağmalandı

Anın çün kapıda kaldı şeriat

YUNUS EMRE

LAİKLİK KAVRAMINA ESKİ BİR BAKIŞ

Alevilik’e göre Havva anamız, Hz. Adem’e ‘bilgi ağacının meyvesini’ vermiş.

Laiklik, dünyanın gizemden arındırılması çabasıdır.

Nico Berti

Kavramı, bu haliyle ele aldığımızda Müslüman kültürlerde laikliğin neden yabancı bir olgu olduğunun cevabı bizce buradadır.

Öncelikle, Müslümanlık, Hıristiyanlık’dan daha laik bir dindir.

Laiklik, kutsal ilan edilenlerin dokunulmaz kılınmak istenenlerin ötesine geçme çabasının, modern çağda batı Avrupa’da aldığı özgün bir biçimdir.

Bilmek ve hep bilmek istiyoruz. Yunus Emre aşkla arıyordu bunu. İşe kendini bilmekten başlayarak. Bu anlamda laik olmak, belki de laik olanın bilmek istemesi ve biz olması demektir. Yine bu anlamda Laikliğin savunucusu, özgünlükleri yok etmeye çalışmaktan değil, tam tersine özgürleşmekken geçer, herkes ve her kesim için...

 

TAKİYYE NEDİR? GÜNÜMÜZDEKİ ANLAMI NE OLABİLİR?

Takiyye Arapça bir sözcüktür,

1-sakınma, çekinme

2-Birinin mensup olduğu mezhebi gizlemesi ya da muhtemel bir tehlikeden korunmak amacıyla inancın gizlenmesi ve saklanması anlamına gelir.

Bugün Anadolu Alevileri olarak, geçmişteki büyük tehlikeler altında yaşamıyoruz. Ama yine de işinden olmak, aşağılanmak vb. tehditlerden çok uzak olduğumuz söylenemez. Takiyye gibi çok eski ve oturmuş bir ilkeyi bir kalemde silip atamayız, ama onu doğru kavradığımızda görülecektir ki takıyye deve kuşu gibi kafayı kuma gömmek değil, aklı kullanmaz, aklı imanı zedelemeyecek şekilde kullanarak inancın savunucusunu sürdürebilmeye yeteneği ve olanağına sahip olmak bu olanağı elde tutmak demektir.

Bize gereken ne ‘takiyye kalmadı’ diyerek kafamızı beton bloklara vurmak ve ne de ‘takiyye var’ diyerek gölgemizden korkmaktır.

 

KENTLEŞME VE ALEVİLİK

Eskiden kırsal kesimde yaşayan Anadolu Alevileri dar köy hayatı şartlarında uygulanan Alevilik öğretilerinin şehir hayatına inanç zedelenmeden uyarlanması gerekiyor.

Aleviler çok yakın zamana kadar hayvancılıkla geçinirlerdi. Hayvan sevgileri mesleklerinden mi, yoksa meslekleri hayvan sevgisinden mi kaynaklanıyor.

Şehirde Alevilerin hayvancılık yapamayacakları kesindir. Fakat hayvan sevgilerinin devam etmemesi için bir neden olmadığı da açıktır.

Bugün İstanbul’da 2000’e yakın cami vardır. Kaç Cem evi vardır? Oysa Aleviliği geleceğe taşıyacak kuşaklar ancak bu bütünlüklü ortam içinde sağlıklı bir şekilde serpilebilirler.

 

ANADOLU ALEVİLİĞİNDE ALİ

Türkiye’deki sol hareketler en önemli ve inançlı kadrolarını Alevi toplumundan aldılar, o günlerin koşullarında çok doğaldı bu. Hz. Ali, binlerce Alevinin gövdesinde zulme, işkenceye ve insana saygısızlığa karşı müdaheleye yine yetişmişti.

Bir Anadolu (ya da Balkan) Alevisi, isterse Hz. Ali gibi namaz kılabilir, oruç tutabilir. Kur’an’ın her satırına harfiyyen uyabilir, istemezse bütün bunları yapmaz, çünkü onun için iman, o imanın biçiminde değil, özündedir. Aleviliği, imanın biçimlerde aranamayacağını bilen bir inançtır.

Anadolu Aleviliği için Kur’an, Hz. Muhammed ve Hz. Ali kutsaldır. Yalnız bu kutsallık, her üçünün de taklidini gerektirmez.

 

TANRI VE ALEVİLİK

Tanrı kavramı Aleviliğin tam merkezinde duran, vazgeçilmez bir kavramdır. Aleviliği Tanrı tanımazlık olarak tanımlamak, onu yıpratmak ya da bulundukları yere çekmek isteyenlerin içinde bulundukları garip bir çabadır.

Eğer Tanrı olmasaydı Alevi (haşa) O’nu (Tanrı’yı) yaratırdı.

Bilim bugün hala deneyselliği ön planda tutan anlayışla Tanrı’yı kavrayamaz, çünkü Tanrı ve onun bilgisi deneysel değil, sezgiseldir. Akıl ise zıtlıklarla düşünür.

Farklı tarihsel, politik kesitlerde içine girdiğimiz politik ya da düşünsel dayanışmalar, bizim inançlarımızdan taviz vermemizi ya da inançlarımızı seslendirmemizi gerektirmemelidir. Her zaman, her yerde savunabileceğimiz bir inanca sahibiz.

ESAT COŞAN’IN MAKALAT ÇALIŞMASI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

Esat Coşan 16 Ağustos 1990’da Hacı Bektaş şenliklerinin ilk gününde, Hacı Bektaş-ı Veli’nin Aleviliğin inanç sistemini anlatan ‘Makalat’ isimli kitabına göre Hacı Bektaş’ın Sünni olduğunu söylüyor.

Sünni, Şii, Alevi, Bektaşi, bu kavramların sözlük anlamlarının çok ötesinde tarihsel-kültürel anlamları var. Dünya ve evrene farklı yaklaşımları temsil etmektedirler ve bu farklar sözlük tashihleriyle düzeltilemezler.

Alevi-Bektaşi geleneğini ‘72 milleti hoş görmek’ tavrından dolayı övenler ‘Cihad-ı Ekber’leri övmesinler, hoşgörülü olduğu için bu geleneği beğenenler, şarap içilmesine hoşgörülü olsunlar. Bütün istediğimiz, tutarlılık.

YAKINMAK ÇÖZÜM MÜ?

Devlet, Alevi meselesine el atmalı ve tüm bu taleplerimizi karşılamalıdırlar. Bu tezin gerekçesi de hazır, devlet bizim vergilerimizi alıyor, bizi hiç ilgilendirmeyen konuların bize yabancı bir tarzda öğretildiği Kur’an kurslarına, İmam-Hatip liselerine ve İlahiyat fakültelerine yatırıyor.

İmamların cenazelerimizi kaldırmaya nazlanmasından, içeriğine katılmayacağımız konuşmalar yapmasından bıktık.

Örneğin İstanbul’da Şahkulu ya da Karacaahmet dergahları sanırım çözüm üretebilirler, o da mı olmadı, çağ değişti mi diyorlar? O zaman çıksın bir müteşebbis, cenaze kaldırma şirketi kursun, ama bu kadar basit bir konuda yakınmayalım.

EKLER

Yazarın eğitim-öğretim, çağdaşlık, kültür, diyalog üzerine değişik makalelerin derlenmesi.