LAİKLİK ÇIKMAZI

Yazar : Ahmet TAŞGETİREN

Yayınevi : Erkam

Baskı : İstanbul / 1994 / 250 shf.

 

İSLAM DÜNYASINDA SİSTEMLER VE HALK

Sistem açısından değerlendirildiğinde dünyadaki İslam toplumları için;

Sömürge toplumlar, bağımsız toplumlar ve azınlıklar, azınlık Müslümanlar şeklinde, bir gruplama, sanırız gerçek durumu yansıtacaktır.

1. Sömürge İslam Toplumları: Özellikle Sovyet ve Çin hakimiyeti altındaki Müslümanlar, böyle bir sömürge statüsü içindedirler. Sömürge toplumunun seçme hakkı yoktur. Ne yöneticisini, ne de içinde yaşayacağı sistemi belirlemede hür bir iradeye sahip değildir.0, kendisine sömürgecinin verdiği şablona göre biçimlenmek zorundadır. Çünkü sömürgecinin eli kırbaçlıdır.

2.Bağımsız İslam Ülkeleri: Bunların büyük çoğunluğunun, halkı Müslüman ülkeler olarak nitelemek daha doğru. Ülke sömürge statüsünden çıkarken, ya önemli bir dönüm noktasında sistemini belirlerken, ülkenin kontrolü, genellikle sömürgeci yada hakim dünya güçlerine yakın kadroların eline verilmiş. Bunlar güçlendirilmiş bunlara muhalefet edenler ve edebilecek olanlar zaman içinde tas fiye edilmiş, kitleler halinde kıyım yapılmış, halka gözdağı verilmiş bunun arkasından. ülkenin silahlı kuvvetleri ve bürokrasisi, kontrol altına alınmış.

3. İslam'ın Üstün Değer Kabul Edildiği Ülkeler: Bu gruba giren ülkelerde ise, İslam, hukuki metinlerde üstün değer olarak kabul edilmiş, ancak uygulamada İslam’ın kendi orjinalitesine uygun bir yapılanma temin edilememiştir.

4.Azınlık Müslümanlar: Bunlar, hakim sistemin belirlediği çerçeveye mahkum. Ancak sistemin müsamahası nispetinde yaşayabilirler İslam'ı.

Sistemler ve Müslüman Toplumlar:

Bugün, İslam toplumlarının, kendilerine uygulanan sisteme karşı tavırları belli noktalara ulaşmış ve sonuç alınmaya başlamıştır. İslam ruhlarda bir gizili parola halinde yaşamıştır. Ve sömürgeciyi zayıf bulduğu ilk fırsatta sözlere, gözlere yansımıştır.

 

İslam Ülkelerinde “Rejim Sorunu”: Hemen bütün İslam ülkelerinde “rejim sorunu” gündemin temel meselesidir. Yönetimler diken üstünde. Halkla İslam yönelişinin basınç oranını sürekli denetlemekle meşgul. Onu belli bir oranda tutmak, bu oranı aşanları baskı altında tutmak. Sanki sömürge yönetimi gitmiş, yerine “rejim sorunu” bırakmış gibi... Daha değişik bir ifadeyle, sömürge yönetimlerinin misyonunu, İslam ülkelerindeki çarpık rejim duyarlığı almış gibi. Ve sanki sömürge yönetimleri, İslam ülkelerine bıraktıkları rejim askerleriyle, kendi insiyatiflerini sürdürüyor gibi. Türkiye, Müslüman Türk dünyasına model ülke olarak gösteriliyor.

 

Sistemde Tıkanma: Ya demokratik kurallar uygulanacak ve İslam’ la yeniden buluşan halk, bir İslami yönetim oluşturacak. Yani laiklik sona erecek... Ya da laik kapılanma hesabına İslami yönetimin önünü kesmek için demokrasiye son verilecek.

Laiklik bir hürriyet sistemi mi? Laiklik, kişi hürriyetlerini koruma amacından çok, çünkü o hürriyetleri zaten İslam garanti altına almıştı- İslam'-ı sınırlı bir alana hapsetmek amacıyla İslam ülkelerine yerleştirildiği hususudur. Ve laiklik, İslam ülkelerinde halen bu görevi ifa etmektedir. Bir tür karşı-din söz konusudur. Üstelik, ana misyonu İslam'ı hayat dışı tutmak olan karşı din. Cezayir’de bu dinin, en katı biçimde uygulanmasına, yani İslam'ı hayattan silme operasyonuna şahit olunuyor.

Dikkat edilirse muhitler, İslam'ın bir tek ülkede bile sistem haline gelmesine tahammül edemiyorlar. Batı yalnız İslam dünyasındaki sömürge ortamının kaybolmasından değil, kendi insanının İslam'la buluşmasından da endişe ediyor. İslam ülkelerinde batılı sistemlere yasamak için tek yol var: Zora başvurmak. Halkı sindirmek. Fakat bunun da ömrü uzun olmaz. Namuslu vicdanlar, bu kaba, çıkarcı. insan haysiyetini ezen çizgiye isyan edecekler ve İslam’ ın insan onurunu yücelten çağrısına olumlu cevap vereceklerdir.

Cezayir”i Anlamak:

Bir kere, İslam ülkelerinde, İslam'ın hayat haline gelmemesi için uluslararası bir komplo bulunduğu, Cezayir olayları ile bir kere daha meydana çıkmıştır. Fakat, Fransa başta olmak üzere, bize kadar uzanan bir İslam düşmanı cephe, Cezayir'deki gelişmelere yoğun ilgi göstermekte.

Laiklik için demokrasi ertelenebilir. Ne zamana kadar. Ne zaman İslam’ın iktidar olamayacağı bir topluma imal edilirse, o zamana kadar İslam ülkelerindeki bütün sistemlerde, hala emperyalist ülkelerin şu veya bu şekilde etkisi vardır.

İslam ülkelerinde, sistemin demokratikleşmesi yolunda çabaları hızlandırmak ve baskıcı yönelişleri kesinlikle engellemek gerekir. Şu anlaşılmıştır ki, İslam'ın gelişmesini önleyen tüm hareketler, halk dışı yönetimlere sırtlarını dayamışlardır. İslam ülkelerindeki istihbarat kuruluşları içinde, uluslararası güç odaklarına bağlı istihbarat kuruluşlarının elemanları cirit atmaktadır.

Bir tek İslam ülkesinde gerçekleşecek bir İslam iktidarı kıyasıya bir cedelleşmeleri göze almak zorundadır. Belki de en yakın bilgi İslam ülkeleri tarafından tuzağa düşürülecektir. Neden bir İslam ülkesinde dahi İslam'ı İktidarın oluşmasını istemiyorlar. Çünkü sirayet etmesinden endişe ediyorlar

Batı sömürgeciliğine bel bağlayan ve İslam ülkelerinde etkili mevkilere getirilen kimi insanlar, sömürge eğitiminin halkta İslami gururun bir daha dirilmemesiyle pörsüdüğünü zannettiler. Hesaplarını bütünüyle İslamsız bir ülke yapısına göre kurdular Fakat tam mutlak iktidar olduklarına, Batı değerlerinin dünya çapında yükseldiğine inandıkları bir zamanda hükmettikleri toplumların altlarından kaydığını, yeniden kimlik arayışına ve İslam'la kenetlenmeye yöneldiklerini gördüler. Şaşırdılar, apıştılar. Her biri bir yoruma, her biri bir karsı tedbir arayışına yöneldiler. 'Asker eliyle yerine. oturtulmuş Cezayir Başbakanı işte böyle bir telaşın ürünüdür.

Laiklik Allah'ı devreden çıkaran ve insanın hükmünü putlaştıran bir doktrindir. Bu doktrinin müeyyidesiz karakteriyle, insanın her türlü olumsuz eğilimini de putlaştırması kaçınılmazdır. Cezayir olayında işaret edilmesi gerekli bir kaç boyut var ki, bu tüm İslam dünyasında ders olacak mahiyet arz ediyor. Burada bunları belirtmekte yarar var:

-Güdümlü yapı, -İslam korkusu, -Orduyu kullanmak.

Cezayir'de ordu”İslami gelişmeyi durdurmak” ve “laik düzeni korumak üzere harekete geçmiştir. Bunu da sömürge düzeni yanlıları bir umut olarak alkışlamıştır. Türkiye'deki laik medyanın Cezayir’deki müdahale girişiminden sonra eteklerinin zil çalması da bu yüzden çok anlamlı.

İslam ülkelerinde laik düzene ve bu çerçevede oluşmuş sera malı laiklere korumayı ise, tamamen dış güçler sağlamaktadır. Bir İslam ülkesinde şablonu zorlama yönünde atılacak bir adım, sömürgeciler dışında, bizzat İslam ülkelerinin “sera malı laikler”inden de destek görebilir. Sanki uluslararası bir merkezde düğmeye basılmışçasına, “sera malı laikler” sahiplerinin sesini yansıtmaya başlarlar.

Yine şöyle düşünülse: Batı ve Rusya’nın ana politikalarından biri, öteden beri Türkiye'yi İslam ve Müslüman Türk dünyasındaki tabii dostlarından tecrit etmektir. Onun için onların arasındaki en güçlü bağ olan İslam'ı devreden çıkarmış bir grubunu Batı değerleri diğer grubunu ise komünist kültüre göre biçimlendirmiştir. Böylece” Dostsuz bir Türkiye, Dostsuz bir İslam dünyası” vakıası ortaya çıkmıştır.

Türkiye'de asrın başlarında bir sistem tercihi yapılmıştır. Yeni sistem “ret”lerini ve “kabullerini” önünde bulduğu değerler karsısında belirlemişlerdir. Ve laik sistem hala toplumun imanı haline gelmemiş, yani sosyal bünyede heyecan uyandıracak bir etkinlik sağlayamamıştır. Hala soyut metinler halinde dar bir zümre ideolojisi durumundadır.

Bir laiklik tahlili: Laiklik, insan için kural koyma konusunda, insandan başka üstün varlık tanımama ilkesinden yola çıkar. Laikliğe göre, insanın insandan başka kutsalı yoktur. Her şeyin ölçüsü insan aklıdır. Laiklik, insan için kural koyucu olarak “Allah'ı kabul etmemektedir” Kutsal'ın ölçüsü “akıl” olduğu için kural koymak üzere “iman üstü” bir Varlık'a gerek yoktur “Tutarlı bir laik “ için Allah'ın insanlar için belirlediği hiçbir kural kabul edilemez.

Öyleyse ilk problem Allah’a inandığını söyleyen, bununla beraber laikliği de ilke olarak benimseyenler içindir. Bunlar, ya Allah'a inançlarında, ya da laiklerinde samimi ve tutarlı değillerdir.

Yeryüzünün hiçbir ülkesinde laik düzen yoktur. Türkiye’de de yoktur. Tutarlı bir laik düzen yoktur. Dünyanın gerçeği şudur; kimi insanlar Allah karşısında” azınlık konumunda”dır. Allah'ın hukukundan bir kısmını çalma teşebbüsündedir. “Şu alanı da ben düzenleyeyim ve keyfime göre düzenleyeyim” demektedir bir bakıma.

Tanzimat’tan bu yana süren anayasa çalışmalarının özü de laikleşmeye doğrudur ancak topluma “çağdaş uygarlığı yakalama” çabası olarak takdim edilmiştir.

Anayasa yapanlar, İslam'ı sınırlı bir alanda tutmak, toplumu laiklik kelimesinde genel ifadesini bulan, ancak özünde Batılı normlar taşıyan değerlere göre inşa etmeyi temel hedef kabul etmişler. Bunun gerekirse” halka rağmen” olmasını da öngörmüşlerdir. Türkiye’de laik devrimlerin asıl koruyucusu ordudur. Bizde sanıldığının aksine asker yapımı bir anayasadan ziyade, sivil yapımı bir anayasadan korkulur. Çünkü sivilden korkulur. Çünkü sivil ile din arasında daha yakın irtibatlar olabileceği, bunun da sistemin laik karakterini sulandıracağı endişesi vardır.

Bugün Anayasa sancısı yeniden gündemdedir. Tüm toplum kesimleri Anayasanın “sivil” kesimlerce yeniden yapılabilmesi “şans”ının doğmasından mutlu görünmektedir.

Türkiye, 1. Dünya Savaşı sonrasının şartlarına göre programlanmış bir ülkedir. Bu yıllar Türkiye’nin mağlup yıllarıdır. 2000’lerin eşiğinde ise, dünya önemli bir değişim geçiriyor. Mağlubiyete programlı İslam toplumları, bu çemberi yıkıyor üstelik çağın başındaki şartları sorguluyor. İslam toplumlarında oluşan bu sorgulayıcı, başkaldırıcı ve kendi dünyasını arayıcı karakteri İslam dünyasının 2000'ler dünyasında kullanacağı ciddi imkan ve fırsatlar olarak değerlendirmek gerekir.

Türkiye’nin Batılı güç odakları karşısında yaşadığı “kendisini anlatamama” dramını, içerde, Müslümanlar hakim batılılaşmış güçler karşısında yaşıyor.

Dikkat edilirse, temel mesele “iktidar”da toplanmaktadır. Batıcı kesim dini belli bir konuma hapsederek iktidar olduğunu ve iktidarının devamının buna bağlı olduğunu düşünüyor. Dini alandaki bir güçlenmenin, ülkede dindarların çoğalmasının, kendi iktidarı için tehlike olduğuna inanıyor.

İrtica tehlikesi derken, batıcının kendi iktidarı için gördüğü tehlikedir.

Türkiye'nin zayıflama sürecine girdiği bir dönemde, yönetim kademeleri yeniden toparlanma. yollarını ararken karşılarında batı modelini bulmuş ve “batının yükselme yollarını takip edersek, bu çıkmazdan kurtulur, güçlerimizi yeniden toparlayabiliriz.” kanaatine ulaşmışlardır.

Batı ırkçılarının İslam'a Bakışı: Camii yapımını önlemek ve Kur'an Kursu açılmasını denetim altına almak. Yabancı göçmen derneklerine yapılan tüm devlet yardımlarını kesmek.

Batı'nın Türkiye ve diğer İslam ülkelerinde, İslam'ın yükselişini böylesine yakından ve tedirginlikle takip etmesinin sebebi, yeniden İslam merkezli bir dünyanın oluşması karşısında duyduğu endişedir.

Yakın geçmişte Bulgaristan'da Müslüman Türklere karsı ciddi bir kıyım yaşandı. “Kimlik katliamı” ve “kimlik isyanı” biçiminde özetlenecek bu Bulgar zulmü ve Türk direnişinin, Türkiye’deki değişik sosyal muhitlerde farklı çağrışımlar uyandırdığını sanıyoruz.

Türkiye, adalet uygulamasın diye, İstiklal Mahkemeleri yargılamalarını yaşamış bir ülke. 0 mahkemeler, cinayetlere hukuk kılıfı giydiren sayısız kararlar vermiş. Atıf Hoca, rejimin boy hedefi haline getirilip darağacına yollanmıştı.

Anayasa mahkemesi üyeliğine aday gösterilen bir yargıcın evinde TV bulunup bulunmamasının bir değerlendirme unsuru haline geldiğini görüp de adalet adına ürpermemek elde değil. Öyle yargıçlar da vardır ki bu ülkede, adeta inananlara karşı savaş veriyorlar.

Türkiye’de giyotine kelle verip, kelle kurtarabilen bir basın gücü var. Öyle ki ideolojik pek çok dava, önce basında sonuçlanıyor. Sütunlarda mahkum oluyor, yada kurtuluyorsunuz.

Başörtüsü karşısında, kimi baroların ve barolar birliğinin koyduğu tavır karşısında, bu müessesenin sırf adalet peşinde koştuğunu düşünmek imkansızlaşıyor.

Son.-zamanlarda, yargının ideolojik-politik boyutunda, laik eylemlere paralel bir tırmanış görülmektedir. Ülkemiz, adeta istiklal mahkemeleri ortamının dindar avcılığına soyunan insanlara tanık olmaktadır.

 

163 Sonrası:

Son düzenlemelerin anlamı: Şimdi, dünyadaki gelişmelere paralel olarak Türkiye’de kendi sisteminde bazı tashihlere yöneliyor.

Komünizm için: Son zamanlarda yapılan düzenlemeler, onlara “hürriyet” vermekten daha çok, sistemin sofrasına buyur etmektedir.

İslam için: Sistem, son düzenleme ile, Müslüman tanıdığı hareket imkanını biraz genişletmiş olmaktadır.

Cumhuriyet Muhasebesi:

Cumhuriyet yapılırken, Milli Mücadele şartları unutulmuştur. Cumhuriyet topluma dayalı yönetim demekti rama Türkiye'de yönetimin hep bir tarafları halktan kaçırılmıştır.

Türkiye'de “halka rağmen” gerçekleştirilen bir devrimin, en azından başlangıçta, “devrimler yerleşinceye kadar” baskıya yönelmesi kaçınılmazdı. Türkiye'de de böyle olmuştur. İlk dönemlerin devrim yerleştirmekte kullanılan araçlar M.. Kemal'in Meclis kürsüsüne koyduğu tabanca ve “gerekirse bazı kelleler gider” sözünden kaynaklandığını sandığımız İstiklal Mahkemeleri olsa gerektir. Baskı metodu İnönü döneminin de ana seçeneği olur ancak bu durumun böyle devam etmesi de mümkün değildir.

Laik Kemalist -Baskıcı kesim rejim değişikliğinin gerçekleştiği günden beri kendisini, ülkenin tek sahibi olarak görmektedir ama, iste bu hesaplanan biçimde gerçekleşmedi. Din hesapları aştı. Anayasa Mahkemesi kararı: “Devlet laik olunca, ulus çoğunluğunun belli bir dine bağlı olması da. düzenlemelerin dinsel gereğe dayanmasını haklı kılamaz”.

TC. kurulduğundan beri milli eğitimde temel problemlerden biri din eğitimi olmuştur. TC. başından beri bu problemi sağlıklı bir çözüme kavuşturamamıştır. Onun için 60 küsur yıldır Türkiye'deki temel tartışma konuları arasında “Din Eğitimi” vardır.

Tevhid -i Tedrisat Kanunu, medreseleri kapatırken, din eğitimini de devletin kontrolüne almıştır. Kanuna amaç olarak “vatandaşlar arasında eğitim birliğini sağlama” düşüncesi ilan edilmiştir. Bir yanda din eğitim, diğer yanda laik eğitim veren okulların bulunması, devrimlerin “ortak kültür”de insanlar yetiştirme hedeflerine aykırı bulunmuştur. Eğer halk oyu bütünüyle etkili olabilse, yani tam demokratikleşme sağlanabilseydi herhalde bütün eğitim kademelerinde, din eğitiminin etkili biçimde uygulanması ve çocukların İslami bir kimlik kazanması yoluna gidilirdi.

Halk istiyor ki, çocuk İmam Hatip türü güvenilir bir okuldan geçsin. Burada temel kimliğini alsın. Müslümanlığın şuuruna ersin. Ondan sonra sağlam bir kişiliği olacaktır.