İNSANI ANLAMAK

Yazarı: Prof. Dr. Özcan Köknel

Yayınevi: Altın Kitaplar Yayınevi

 

GİRİŞ

YALNIZLAŞAN VE MAKİNELEŞEN İNSAN

Çağımız insanı bir yandan ayda yürüyen, uzayda gezen insanlarla iletişim kurup sürdürürken, öte yandan eşiyle, çocuğuyla, komşusuyla iletişimde bulunamamaktan yakınmaktadır. Bugün “Sanayi Ötesi Toplumu” düzeyine ulaşmış ülkeler bir yandan teknolojik gelişmenin insan sağlığı, özellikle ruh sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini gidermeye çalışırken, öte yandan gelecek kuşakları olumsuz etkilerden kurtaracak yolları arıyorlar.

Çoğu insan ilgisizliğin, geçim sıkıntısının, gelecek endişesinin, işsiz kalma korkusunun yarattığı güvensizlik, karamsarlık ve umutsuzluk içinde yaşamını sürdürüyor. Bu nedenle insanlararası ilişkide kaygıdan, kızgınlıktan, öfkeden kaynaklanan iletilerle bağlantı kuruluyor. Bu durum bir yandan bireyin ve toplumun ruh sağlığını bozuyor, öte yandan kavram kargaşasına, çatışmalara, sürtüşmelere, kavgalara yol açıyor. Toplumun dengesini, düzenini olumsuz biçimde etkiliyor.

Doğada en küçük birim olan atomdan evrene dek tüm varlıklar ancak denge, düzen, ölçü ve uyum içinde birlikte yaşayabilir, taşıdıkları enerjiyi, gücü böylece belirli bir amaç ve işlev için yararlı biçimde kullanabilirler. Atomun içindeki denge, düzen, ölçü ve uyum bozulduğunda, atom bombasının yok edici etkisi ortaya çıkar. Evrenin denge, düzen, ölçü ve uyumunun bozulduğunu düşünmek bile olası değil.

Ruhsal Yaşantıyı Yansıtan Aynalar: Ruhsal yaşantının aynası başkalarıdır. İnsan başkalarına bakarak kendini görür, anlar. Davranışının, tutumunun başkaları üzerindeki etkisini yorumlayarak kendini tanır.

Hep aynı görüntüyü veren aynaya bakılırsa ya da istenilen görüntüyü veren aynalar seçilirse, gerçek görüntü bulunamaz. İnsan, neşesini, sevincini, umudunu, kendisini, anlayacak, anlatacak, tanıyacak, tanıtacak insanlara gerek duyar.

Birinci Bölüm

İNSANLARARASI İLETİŞİM

İletişim karşılığı olarak birçok Hint-Avrupa dilinde kullanılan “Komünikasyon” (comunication) sözcüğünün kökü, Latince “communicare” fiilinden türetilmiş olup, başkalarıyla birlikte olma, bağlantı sağlama, bilgi ya da haberi paylaşma, yayma, çoğunluğa genelleme, herkesin paylaşmasını ve yararlanmasını sağlama, herkese pay verme anlamına gelir. Türkçe'de iletişim ya da bununla eşanlamlı olarak kullanılan sözcüklerin hepsi bilginin, haberin, kişinin, nesnenin karşılıklı olarak bir yerden başka bir yere taşınması anlamına gelmektedir.

İletişimden söz edebilmek için şu koşulların bulunması gereklidir.

- Karşılıklı olarak bağlantıda bulunan iki iletişim birimi.

- Bu iki birim arasında bilgi, haber alışverişi.

- Bu alışverişin iki iletişim birimi üzerinde de etkili olması ve davranış değişikliğine yol açması.

Konuşanlardan birinin ilgisizliği ya da karşısındakini alaya alması ilişkinin kurulmasını ve sürdürülmesini engeller. Konuşanların birbirlerine önem vermeleri, ilişkiyi sürdürmek için ortak çaba ve dikkat göstermelerine anlamalarına, dinlemelerine bağlıdır.

 

A. İletişim Modeli: İletişim, kaynak (source) ile alıcı (receiver) arasında kanal (channel) yoluyla gerçekleşen bir süreçtir. İletişim süreci için gerekli olan bu üç temel öğe, aynı zamanda en basit ve yalın iletişim modeli olarak kabul edilmiştir. İletişimin amacı, iletişim birimleri arasında bilgi, haber alışverişini sağlamaktır. Kaynakla alıcı arasındaki bu bilgi, haber alışverişi iletiyle (mesaj) (message) gerçekleşir. Kaynak, aktarmak, iletmek istediği bilgiyi ileti yapmak için önce bu bilgiyi belirli ilkelere, kurallara göre düzenleyip “çıktı” durumuna getirir. Düğümlemek (kodlamak) (cade, encode) adını alan bu işlem sırasında kaynak ve alıcıda ortak olarak bulunan işaret, şifre ve semboller kullanılır. sözsüz iletişimi, sağlayan mimik ve jestler anlamlı işaretlerdir. Sözlü iletişimde kullanılan heceler ve sözcükler, yazılı iletişimde kullanılan harfler ve resimler, işaretlerden oluşan ve kararlaştırılmış, belirli bir anlamı bulunan simgelerdir.

Kaynaktan gelen, kanalı geçen ileti, alıcı için “girdi” olarak kabul edilir. Girdinin etkili olabilmesi, taşıyıcının alıcı için uyaran niteliğinde olmasına ve bilginin çözülüp anlaşılmasına bağlıdır. Alıcı tarafından “girdi”si yapılan iletinin içerdiği bilgiyi oluşturan işaret ya da simgelerin çözülüp anlaşılması işlemine düğüm çözmek (kod açmak) (decode) adı verilir.

Konuşurken kaynak olan insan, dinlerken alıcı; dinlerken alıcı olan insan, cevap verirken kaynak olur. Kaynak birimin gönderdiği iletiye karşı alıcının gönderdiği cevaba “geri iletişim ya da “geriye bildirim” (feed-back) adı verilir.

Kanal (geçit) (oluk) kaynakla alıcı arasında iletinin aktarılmasını, geçmesini sağlayan yoldur. Kanal kapsamına ışık ve ses dalgalarından iletişim araçlarına kadar iletiyi aktaran tüm yollar girer.

İletişimin yapıldığı ve içinde iletişimi etkileyen öğelerin bulunduğu ortama “iletişim ortamı” adı verilir. Bu ortam, sıcak-soğuk gibi doğal, büyük-küçük, aydınlık-karanlık, gürültülü-sessiz gibi fiziksel koşullarıyla da iletişimi etkiler.

Trafik işaretleri, deniz feneri, uyarı ışıkları, Kızılderililerin dumanları görme kanalıyla iletişim sağlayan sözsüz basit, yalın iletişim araçlarıdır. Anadolu'nun birçok kentinde dolaşan davullu tellallar sahur zamanını bildiren davulcular, canavar düdüğü, düdük, çan, çıngırak, kapı zili, korna işitme kanalıyla iletişim sağlayan sözsüz basit, yalın iletişim araçlarıdır.

Kişisel olan iletişim; yüz yüze iletişim olup, iki kişinin konuşması ya da üç beş kişiden oluşan küçük bir grup içindeki iletişimdir. Kaynakla alıcı ya da alıcılar sık sık yer değiştirir. Ders, konferans konuşma, nutuk, söyleşi gibi. Kişisel olmayan iletişim yüzyüze olmayan iletişimdir. Telefonda konuşmak, telsizle irtibat kurmak gibi.

 

B. Sözsüz İletişim: Sözsüz iletişimde ileti hareketlerden oluşur. Bütün canlılar, doğal ve evrensel olarak, kalıtım ve soya çekimle gelen “alan davranışı” gösterirler. Bu, yaşamı sürdürme, korunma içgüdüsünden ya da dürtüsünden kaynaklanır. İnsan bulduğu her yerde evde, işte, gezmede, eğlencede, konserde, maçta, tiyatroda, taşıma araçlarında kişisel alan elde etmek, bu alanı korumak, kollamak, savunmak çabası içinde davranır.

İnsanın kişisel alanında dört ayrı mesafe söz konusudur.

1. Genel Mesafe, 2. Toplumsal Mesafe, 3. Kişisel Mesafe, 4. Samimi Mesafe.

Sözsüz iletişimin en önemli bölümünü, iletişimde bulunan insanların doğal, fiziksel ortamdaki yakınlığı (proximity) ve yönelmesi (orientation) oluşturur. Yakınlık, fiziksel çevrede iki insan arasındaki mesafedir; iletişimde bulunan insanlardan biri ya da her ikisi tarafından sözsüz iletişim işareti olarak değerlendirilir. Bir iki metre mesafe içinde bulunan insanlar, ancak resmi iş ilişkilerini gerektiren iletişimi kurabilirler. İşyerindeki konuşmalar, alıcı, satıcı pazarlığı, genellikle bu mesafe içinde yapılır.

Kırk elli santimetreyle bir metre arasında değişen mesafe içinde insanlar birbirlerini tanır, kolay ve rahat iletişim kurabilir. Bu mesafe birbirini tanıyan iki insanın iletişim kurup sürdürdüğü uzaklıktır.

Saygınlık ve Üstünlüğün Simgesi olarak Yükseklik: Yükseklik, çoğunlukla bütün toplumlarda durumun (status) ve saygınlığın simgesi olarak kullanılır. Devlet başkanları, başbakanlar, bakanlar topluma yüksek balkondan, kürsüden, şeref tribününden hitap eder. Profesörler, öğretmenler kürsüden ders anlatır.

İnsanlar kişisel olanların kişiliklerinin bir parçası, uzantısı olarak kabul edip ona biçim ve renk katarak somut, kendine özel duruma getirirler. Bir insanın çalışma veya yatak odası, evi, bahçesi, arabası, çalışma masası onun kişisel alanıdır. Her genç olanakları ölçüsünde odasını, dolabını, beğendiği artistlerin, sporcuların posterleriyle, resimleriyle süsler.

Kişisel alanın kurulması ve korunması, insanlar arasında çatışma, sürtüşme, tartışma ve kavgaya yol açar. Gelin, kendi isteğine göre düzenlediği oturma odası ya da salonda kayınvalidesinin koltuğun, masanın, hatta vazonun bile yerini değiştirmesine karşı bağırıp çağırır, kıyameti koparır. Ya da bunun tersi olur.

 

C. Barışa Çağrı: selam: Birbirlerine yaklaşan, karşılıklı olarak kişisel alanları tanışıklık varsa ya da başlayacaksa bunun simgesi göz göze, yüz yüze gelmeden önce, selam almak ya da selam vermektir.

El sallama hareketini insan bilimleri ve toplumsal ruhbilim açısından inceleyenler, bu tür hareketlerin kucaklama, sarılma hareketinden kaynaklandığını ve uzakta bulunan birine bu davranışları anlatmak için kullanılan simgeler olduklarını ileri sürmüşlerdir.

El sıkışma ve el uzatma “seninle dostça iletişim kurmak istiyorum” önerisini simgeler.

Tanrıyı Selamlama: Namaz: Birçok toplumda ve toplumumuzda selam sırasında kullanılan baş, beden, el, kol hareketleri ilkel ve çağdaş dinlerden kaynaklanan ve Tanrı'nın gücü önünde baş boyun eğen insanların yaptığı davranışların aynı biçimde ya da simgeleşmiş olarak kullanılması diye yorumlanmıştır. Namaz sırasında başla, bedenle, ellerle yapılan bütün hareketler ve bu arada söylenilen sözler Tanrı'ya inanışı dile getirmek, onun büyüklüğünü kabul edip selamlamak amacıyla kullanılmaktadır.

 

D. Yüzün Biçimine Göre Kişilik Yapısı: Yüzün üst bölümü saç çizgisinden kaşlara; orta bölümü kaşlardan burun ucuna; alt bölümü de burun ucundan çenenin sonuna kadar olan bölümdür. Bu üç bölümün eşit genişlikte ve uzunlukta olması güçlü, sağlam, güvenilir kişilik yapısının ölçüsü olarak kabul edilmiştir.

Yüzün alın bölümü adını da alan üst bölümü geniş ve uzun olursa, kişinin zekâ düzeyinin yüksekliğini ve başarısını gösterir.

Dikdörtgen ya da oval yüzün, genellikle üstün kişilik yapısını yansıttığı kabul edilmiş, bu insanların dengeli, düzenli, mantıklı davrandıkları, ileriyi gördükleri, eğitim ve kültüre önem verdikleri, toplum içinde kolayca sivrilip önder oldukları söylenmiştir.

Kare yüzlü olanlar için, yukarıdaki özelliklere ek olarak, bu insanların atılgan, savaşçı yönleri, açık, doğru, içten konuşmaları, kararlı yapıcı, kişilikleri vurgulanmıştır.

Üçgen yüzlü olanların iyi düşünen insanlar oldukları, iyi eğitim gördüklerinde bilim adamı ve sanatçı, kötü bir ortamda karanlık, karışık kötü işler çeviren insanlar olabilecekleri belirtilmiştir.

Yuvarlak yüzlüler, yumuşak başlı, kolay ilişki kuran, ağzının tadını bilen, rahatına düşkün insanlardır.

Kaş biçimiyle kişilik yapısı arasında türlü bağlantılar kurulmuştur. Kaşların enli, kıvrımlı ve uzun olması güçlü bir kişilik yapısının simgesi olarak kabul edilmiş, dış uçları yukarı kıvrık olanların atılgan ve yürekli; aşağı kıvrık olanların atılgan ve yürekli; aşağı kıvrık olanların çekingen, korkak oldukları gözlenmiştir. İnce yumuşak kıllı ve uzun kaşları olanların zeki oldukları, başarılı ve uzun bir yaşam sürdüklerini, buna karşılık, kalın sert kıllı ve kısa kaşlıların başarısız, geçimsiz kişilik yapıları üzerinde durulmuştur.

Gözün yapısı ve biçimi dışında donukluğu, parlaklığı, canlılığı da iletişimsel anlam taşır. Büyük ve iri gözler duygulu ve etkili, yetenekli olan, önderlik özellikleri taşıyan; küçük gözlerse içe dönük, az konuşan, kolay ilişki kuramayan kişilerde bulunur. Siyah, yeşile dönük, kahverengi gözler kişinin canlı iç dünyasını; mavi gözler serüven duygusunu gösterir.

Eski Çin yüzbilimcileri, insanları otuz dokuz hayvanın göz biçimine göre sınıflandırmışlar; anka, aslan, at, civciv, domuz, fil, kaplan, kedi, koyun, kurt, maymun, yılan gözlü gibi benzetmelerle her gözün kişilik yapısını tanımlamışlardır.

Göz göze iletişim: Birbiriyle karşılaşan iki insan, belirli bir uzaklıkta, saniyenin yarısından daha kısa bir zaman dilimi içinde karşılıklı olarak birbirinin özelliklerini görür. Göz göze durumun sürdürülmesi iletişimi sürdürmek için gerekli olan “evet” gözlerin kaçırılması ise iletişimin kesildiğini belirleyen “hayır” anlamına gelir.

Yüzün diğer kısımlarının kişilik özelliklerine yansıması şöyledir: Kemerleri ve kanatları etli burunların güçlü, kararlı, yapıcı, yaratıcı, dudağa yakın ince, sivri, uzun burunların dar görüşlü, değişme ve gelişmelere direnen, tutucu; ince ve ucu yukarı kalkık burunların da geniş görüşlü, hoşgörülü ve iyimser kişilik özelliklerini belirttiği kanısı vardır.

Çevresi belirsiz ve ince dudakların durgun, sessiz, silik, soluk; etli ve kalın dudakların güçlü, istekli, tutkulu kişilik yapısını yansıttığı belirtilmiştir.

Kulakların küçük olması, güçsüz, silik, soluk; büyük olması da atılgan, çalışkan, güçlü, yapıcı kişilik yapısının simgesi olarak değerlendirilmiştir.

Mimik Hareketleri: Kare kare incelenen filmler ve kasetler, acıma, endişe, kıskançlık, kin, korku, öfke, sıkıntı gibi elem doğrultusundaki duygulanım durumlarını belirten mimiklerin birbirini izleyen, birbiriyle birleşip bütünleşen ağlama mimikleri olduğunu ortaya koymuştur. Neşe, sevinç, umut gibi haz doğrultusundaki duygulanım durumlarını anlatan mimiklerinde gülümseme mimiklerinin birbiri ardına dizilmesinden oluştuğu anlaşılmıştır. Tüm mimiklerimizle temelde “evet” ya da “hayır” deriz.

 

E. Sözlü İletişim: İnsanlararası sözsüz iletişimle başlayan ilişki, ya konuşmayla sürdürülür ya da iletişimin bozulması, kopmasıyla son bulur. İnsan konuşa konuşa acısını, kederini ya da sevincini, neşesini, tüm duygularını karşısındakine aktarır; geçmişi, şimdiki durumu ve geleceğiyle kişiliğini ortaya koyar, düşünceleriyle dünya görüşünü yansıtır, kısaca kendini anlatır.

Şiir diliyle daha çok duyguları, bilim diliyle düşünceleri anlatan ve etkileyen konuşma, temelde insanın kendisini, tüm yaşamını yansıtır.

Dilbilimi: Çağdaş anlamıyla dilbilimi ancak XX. yüzyılın başlarında gelişmeye başlamış, bağımsız bir bilim dalı durumuna gelmesi, insanbilim, ruhbilim, toplumsal ruhbilim etkisinden kurtulması sonucu olmuştur. Günümüzde dilbilimi ile ruhbilim arasında yeni birleşme ve bütünleşme sonucu ruhsal dilbilim adını alan (psycholinguistic) adını alan yeni bir bilim dalı doğmuştur. Bu dal, ruhbilim ve dilbilimden faydalanarak kişinin duygularını ve bilişsel süreçlerini inceler.

Konuşma dilinin doğmasına ilişkin üç kuram geliştirilmiştir:

a- İşlevsel Kuram: Konuşmada kullanılan sözcüklerin belli durumları anlatan bir işlevi olduğu kabul edilir. Bu kuramlar arasında ünlem, yansıtma ve sesli davranışlar kuramı ilk sıralarda yer alır. “ay!”, “of!”, “vay!” gibi ünlemlerle, “çatırt”, “çıtırtı”, “şakırtı” gibi yansımalar örnek olarak verilebilir.

b- Biçimsel Kuram: Konuşmada kullanılan işaretlerin nesnelerin doğal görüntüleriyle bağlantılı olduğu görüşüne dayanır. Keskin çizgili, köşeli, biçimlerle, eğri, yuvarlak çizgili biçimler için kullanılan sözcükler farklıdır.

 

c- Yapısal Kuram: Çocukta konuşmanın ve dilin gelişmesinin incelenmesi sonucunda oluşturulmuş bir kurumdur. Önce belli sesler çıkarılır, sonra bunların birbirleriyle birleşmesiyle hece, sözcük, tümcecikler, tümceler ortaya çıkar.

İlk Yazı ve Alfabe: Yazının en basit ve yalın birimi olan harf ve harflerden oluşan alfabe sesle görüntü arasında bağlantı kuran bir sistem ve yöntemdir. Örneğin “A” harfinin doğuşu öküz anlamına gelen ve öküz resmini simgeleyen bir işaretin okunuşu olan ve “aleph” sözcüğünün ilk harfinin alınmasıyla oluşmuştur.

 

Dilin Değişik Görevleri:

a- Belirtme Görevi: Dilin insanın duygulanım ve coşku durumunu tutumunu dışa vurmak amacıyla kullanılmasıdır. “vah vah”, “çok yazık” veya “zavallı kız”, “aslan Beşiktaş” gibi.

b- Türen Görevi: “Günaydın!”, “iyi geceler!”, “Buyrun” gibi.

c- Eylem Görevi: “And içiyorum”, “söz veriyorum”, “onaylıyorum” gibi bir eylemi ifade etmede.

d- Yaptırım Görevi: Kaynağın verdiği önerilerle alıcıda hemen o anda davranış değişikliği oluşturmaktır, “geç gelmemenizi dilerim”, “Kapıyı kapa!” “pencereyi kapadın mı?” gibi.

e- Bildirme Görevi: Bilgiyi taşıyan öneriler yapar. “Bugün hava sıcak”, “spor yapmak yararlıdır”, “sınavlar bayramdan sonra başlayacak” gibi.

Dil Nasıl İncelenir: Ses, biçim, söz dizimi ve anlam bakımından dil incelenir. Dört ana bölüme ayrılır.

a- Sesbilgisi (Phonetic): Ses yapısı açısından inceler.

b- Yapıbilgisi (Morphology): Sözcüklerin türlerini, bağlantılarını inceler.

c- Sözdizimi Bilgisi (Syntax): Sözcüklerin yerini inceler.

d- Anlambilim (Semantic): Sözcükleri anlamlarına göre inceler.

F- Dil Açısından İletişimi Bozan ya da Kolaylaştıran Etkenler:

Bir sözcük birden fazla anlamda kullanılır. Bu durum sözcüklerin simgeledikleri kavramların birbirine karışmasına, anlamlarının belirsizleşmesine yol açar. Dildeki çok anlamlılık, dilini çok iyi bilen insanlar arasında bile anlaşmazlıklara neden olabiliyor. Mesela; “daktilo” kelimesi dilimizde hem makinesi hem de onu kullanan kişi manasına gelmektedir. bu çok anlamlılığa, kaypaklık ve belirsizlik denir. En çok soyut manalar ifade eden sözcüklerde görülür. “Bağımsızlık”, “sorumluluk” gibi. Deyimlerimizde örnek olarak verilebilir.

- “Ameliyattan çok korkuyorum doktor bey. Yarınki ameliyat başarılı olacak mı? Ne dersiniz?”

- “Korkma, metin ol! Bu ameliyatı en az elli kere yaptım, bu sefer garanti başaracağım.” Görüldüğü gibi “bu sefer” sözcüğü ameliyatın bütün garantisini götürüyor.

Dolaylı Anlatım: “A bisküvisi besleyicidir” diye reklam yapan firma, gerçekte bildiri kipi içeren tümceler kullanarak alıcıyı etkilemeye çalışır. Temel amaç, “A bisküvisi al” demektir.

Ses tonu ve vurgulama anlamı belirginleştirir.

Bunlara ek olarak, “ağız” ve “şive”nin de iletişime etkisi vardır.

G- Dış Görünüş ve Mizaç: Alnının dar, burnunun büyük, çenesinin küçük, gözünün şaşı, kulaklarının uzun, ayağının topal, boyunun kısa, kilosunun az ya da çok olması nedeniyle kendisini özürlü ya da sakat gören insan, ya aşağılık karmaşası ya da aşağılık duygusuna karşı gelişen üstünlük duygusunun etkisi altında iletişim kurar. Tüm çabasını özrünü, sakatlığını örtmek için kullanır.

İnsan iletişim kuracağı kişinin önce beden yapısını, şişman ya da zayıf, kısa ya da uzun, esmer ya da sarışın olduğunu algılar. Sarışınların inatçı olduğuna ilişkin bir kanımız varsa iletişime başlamadan bunun da etkisini gözönünde bulundurmak gerekecektir.

Piknik beden yapısında bulunan siklotimik, dışa dönük (extrovert) mizaçlı insanlar canlı, duygulu, insancıl, neşeli, sevecen, sıcak yönleriyle çabuk ve kolay iletişim kurarlar.

Astenik ya da leptozom beden yapısında bulunan şizotimik içe dönük (introvert) mizaçlar geç ve güç iletişim kurarlar.

Üç Temel Mizaç Tipinin İletişim Özellikleri: Sheldon, oğulcuğun, döl yatağı içindeki katmanlarına göre endomorf, mezomorf, elektromorf beden yapılarını ve bunlara uygun mizaçları tanımlamıştır.

Endomorf tiplerin bedenleri yuvarlak, karın bölgesi geniş, kasları gevşek, saçları seyrektir. Bu beden yapısında “viserotonik mizaç bulunur. bu mizaçta olan insanlar başkalarıyla birlikte olmaktan hoşlanırlar. Arkadaş ve dost canlısıdır.

Mezomorf tiplerin bedenleri dayanıklı, kasları gelişmiş, kolları güçlü, omuzları geniştir. Bu beden yapısında “somatotonik” mizaç bulunur. Bu mizaçta olan insanlar canlı ve hareketli olup, bol jestli ve mimikli konuşurlar.

Ektomorf tiplerin bedenleri ince uzun olup, kasları gelişmemiştir. Bu beden yapısında “serebrotonik” mizaç bulunur. Bu insanlar başkalarıyla birlikte olmaktan, kalabalıktan, topluluktan hoşlanmazlar.

Freud'e göre sevgeç (erotic) tip, iletişim sırasında sürekli ilgi, destek ve övgü bekler. Sado-mazohist tip, çabuk ve kolay duygulanım değişikliği gösterir. Özsever (narsistik) tipse, iletişim sırasında sürekli olarak kendisinden söz eder.

Eysenck'e göre tipik içe dönük mizaçlar, geç ve güç iletişim kurarlar. Tipik dışa dönük mizaçlar, çabuk ve kolay iletişim kurarlar. Nevrotik içe dönük mizaçlar, endişe, kaygı, korku ve takınaklı düşünceleri nedeniyle hep kendi saplantılarıyla uğraşırlar. Nevrotik dışa dönük mizaçlar, sürekli olarak endişe, kaygı ve korkularından söz eder, takınaklı düşüncelerinin oluşturduğu gerçek dışı, düş ürünü olaylar ve fanteziler anlatırlar.

İletişimin Ürünü Benlik: İnsanlararası iletişimin en küçük birimi, kaynak olan “Ben” ve alıcı olan “Sen” arasında oluşan “Ben-Sen” iletişimidir. Bu tür iletişimin temel amacı “Ben”in önce “sana”, sonra “O”, “Biz”, “Siz” ve “Onlara” yani başkalarına anlatılmasıdır.

İnsanın kişiliği ve davranışı, ancak içinde bulunduğu grubun toplumun amacına, beklentisine, duygularına, ilkelerine, zorlamalarına göre anlaşılıp değerlendirilir. İnsanın bir grubun içinde bulunması demek o gruptaki ortak tutum ve davranışları benimsemesi onlarla bütünleşip özdeşleşmesi demektir.

“Grup Dinamiği” kavramı insanları grup içinde birarada tutan, başka bir deyişle grubu oluşturan enerji, güç olarak kullanılmıştır. Kişinin gelişmesi ve olgunlaşması, insanlararası iletişimin sağlıklı biçimde kurulup sürdürülmesine bağlıdır. İletişimde algı nesnesiyle algılanan nesne arasında kişilikten etkilenen “algı çevresi” vardır. Bu grup olgusu da, iletişim ve etkileşim yolu ile “algı çevresini” değiştirme gücü olan en önemli etkendir.

Bir grubu geliştiren koşulları şöyle sıralayabiliriz:

- Dış çevreden bilgi alınmasında artma

- İlişki kurma ve sorumluluk yüklenmede artış

- Tutum değiştirmede esnekliğin olması

- Yeni amaçlar kazanılması

- Birliği kaybetmeden farklılaşma

- Gruba katılanların sayısını artırma eğilimi

Toplumsal Durum ve Rol: Rol, insanın içinde bulunduğu duruma göre, yapması gerekli tüm davranışları içeren geniş kapsamlı bir kavramdır. Rol, grup ya da toplum içinde belirli bir durumu, işlevi, konumu olan kişiden başkalarının beklediği davranışların tümünü kapsar. Bir çocuk, evde çocuk, okulda öğrenci, top oyununda kaleci durumundadır, bu durumda kendisinden beklenilen rolü oynamak zorundadır.

Sürekli olarak madde alışverişi yaparlar. madde alışverişi olaylarının tümüne metabolizma adı verilir. metabolizma sürecinde dış ortamdan madde alınışı, organizmada maddenin değişimi ve özümlenmesi, değersiz ve zararlı maddelerin yeniden dışarıya atılması sözkonusudur.

Tek hücreli organizmadan insanı da kapsamına olan çok hücreli bütün organizmalara dek yaşam süresi içinde ortaya çıkan yaşlanma ve üreme dışında, canlılık belirtisi olarak hareket, irkilme, tepke (refleks) ve davranışla, bunları oluşturan enerjiyi, sağlayan metabolizmayı gösterebiliriz.

İnsan Beyninin Elektronik Modeli ya da Bilgisayar: Buharlı makinenin bulunuşuyla başlayan Sanayi Devrimi, XIX. yüzyılın sonunda, XX. yüzyılın başında insanın tüm yaşantısını değiştirdi. Son yirmi-otuz yıl içinde bilgisayarın insanın günlük yaşamında aldığı yer ve kazandığı önem, “bilgisayar çağından” söz edilecek aşamaya ulaştı.

Bilgisayar şu bölümlerden oluşur: İki ana bölüme ayrılır:

- Donanım (Hardware): Bilgisayarın verilen işi yürütmesi için bilgi işleminde kullanılan elektronik, fiziksel, mekanik yapıların tümü olup yazılım birimlerinin çalışmasını sağlar.

- Yazılım (Software): Bilgisayarın bilgi işleminde kullandığı bilgi program ve programlamanın tümü olup, yazılım sistemi adını alan birimlerden oluşur.

Bu dışında alt birimleri şöyle sıralayabiliriz:

- Girdi (Input): Bilgisayara bilginin verilmesi, verilerin giriş sürecidir.

- Çıktı (Output): Yazılım sistemini oluşturan birimlerin işlevi sonucu dışarıya gönderilen verilerdir.

- Ana Bellek (Primary Memory): Bilgisayara verilen, yüklenilen bilgilerin verilerin depolandığı, saklandığı bölümdür.

- Ana İşlem Birimi (Central Processing Unit): Komutların yorumlan-masını ve uygulanmasını gerçekleştirir.

- Aritmetik-Mantık Birimi (Aritmetic Logic Unit): Temel aritmetik işlemleri ve mantık işlemlerini yapan elektronik çevirim bölümüdür.

- Denetim Birimi (Control Unit): Aritmetik-Mantık birimiyle bağlantılı olarak, işlemler üzerinde denetim görevi yapan bölümdür.

Bilgisayarda en küçük bilgi birimi, iki olasılıktan birini seçip “evet”, diğerine karşı çıkıp “hayır” diyecek bilgi birikimi olup, buna “ikil” (bit” (binary) (digit) adı verilir. 110000111 olarak gösterilen bir veri için bilgi ölçüsü, sekiz bit'liktir.

Güdümbilim (Sibernetik): Canlılarda ve makinelerde enerji, işlev, işleyiş, iletişim, etkileşim, geri iletişim biçimlerini, ilkelerini, kuramlarını, modellerini inceleyen bir bilim dalıdır. Bu bilimin görüşüne göre:

a- Canlılar ve makineler aynı sistem içinde incelenebilir. Bunları anlamak ve tanımak için ortak ilkeler, kurallar kullanılır.

b- Güdümbilim ister canlı, ister cansız olsun, bütün varlıkların iletişim ve denetim ilkelerini, kural ve yasalarını saptar.

c- Güdümbilimin anakonusu iletişimi sağlayan varlıkların işleyiş biçimlerini ve aralarındaki bağlantıyı araştırmak ve incelemektir.

 

DAVRANIŞLARIMIZIN OLUŞMASI VE ÖĞRENİLMESİ:

Davranış, uyarana karşı organizmanın tepkisi olup, konuşma gibi sözlü; jest, mimik, hareket gibi sözsüz iletilerle başkalarının görüp izleyebileceği biçimde dışarıya yansır. Davranışı oluşturan iki yapı vardır. Birisi, iş yapan enerji, diğeri organizmayı ve davranışı biçimlendiren bilgi ve işlevlerin tümüdür.

Öğrenme Kuramları: Öğrenme, yeni durum, konum ve ortamda yeni davranışlar kazanmak ve bunları sürdürebilmektir.

1. Klasik Koşullanmayla Öğrenme: Pavlov tarafından geliştirilen bir kuramdır. Pavlov deneyleri sonucunda şu sonuçları elde etmiştir.

a- Koşulsuz Cevap, Tepki: Koşullanmadan önceki uyarana verilen cevap, deneyde, tükürük salgısı gibi.

b- Koşulsuz Uyarıcı: Koşulsuz cevaba, tepkiye yol açan uyarıcıdır. Deneyde, et parçası gibi.

c- Koşullama Uyarıcısı: Koşullu cevabı, tepkiyi oluşturmak için kullanılan uyarıcıdır. Çıngırak, zil sesi ya da ışık kaynağı gibi.

2. Ödül Ceza Yöntemiyle Öğrenme: (Edimsel Koşullama): Ödüllendirme ya da cezalandırma yoluyla organizmaya davranış öğretmektir.

3. Thorndik Öğrenme Kuramı: Buna göre, merkezi sinir sisteminde uyaranla tepki arasında kurulan bağlantı olarak tanımlanmıştır. Organizma geliştikçe sinir sisteminde kurulan bağlantı sayısı artar, öğrenmenin sınırı genişler, bilgi birikimi çoğalır.

Özel Alıcılarımız Duyu Organları: İnsan organizması ve duyu organları bir bilgisayar gibi çalışır. Bu nedenle hücreye en küçük bilgisayar diyebiliriz.

Görmeyi sağlayan ışık uyaranları elektromanyetik dalgalarla iletilir. Gözde bulunan alıcıların (receptör) uyarılabilme duyarlılığına görsel keskinlik (visual acuity) adı verilir. Bu alıcılar 400-700 milimikronluk yelpaze içinde yer alan elektromanyetik dalgalarla uyarılabilir.

Ses dalgaları, titreşen nesnelerden kaynaklanan, birbirini izleyen hava basıncı biçiminde ilerler. Nesne titredikçe, önce hava moleküllerini sıkıştırarak basıncı artırır, sonra geri çekerek basıncı düşürür. Böylece ses dalgası adını alan basınç dalgası oluşur. Kulakta bulunan alıcıların uyarılabilme duyarlığına, işitsel keskinlik (adutive acuity) adı verilir. Bu alıcılar 20-20.000 Hertz arasında uyarılabilir.

Deride basınç ya da dokunma, ağrı, soğuk ve sıcak duyuları için alıcı hücreler vardır. Bu alıcılar değişik deri yüzeylerinde farklı yayılma göstererek belli alıcıların yoğunluk kazandığı belli bölgeler ortaya çıkar. Örneğin, dokunma duyusunun alıcıları el parmaklarının uçlarında yoğunluk kazanmışken, gövdede, sırtta çok azdır.

Ruhsal Enerji Kaynağımız: Güdüler: Güdü, bir davranışı başlatan, açığa çıkaran, anlaşılır kılan, açıklayan, sürdüren ve yönlendiren fizyolojik ve ruhsal enerjidir. Güdüler (Saik) (motiv) bir yandan içgüdü ve dürtüden kaynaklanan yönüyle fizyolojik bir yandan da çevreden ve toplumdan kaynaklanan yönüyle ruhsal enerji sağlar. Yemek, içmek, korunmak, uyumak, üremek gibi doğuştan gelen güdüler insan neslinin sürekliliğini sağlar.

Genetik İletişim: Soya çekimle ilgili iletiler kodlanmış şifrelenmiş olarak genlerde depolanmıştır. Genler, hücre çekirdeğindeki kromozomlar üzerinde yer alır. Kromozomlar, bilgisayardaki anabelleğe benzetilebilir. Genler üzerinde kayıt, depolama ve saklama dezoksiribonükleik asit (DNA) aracılığıyla olur. İnsan beyni genetik iletiyle edinilen ya da dıştan gelen uyarıcıların taşıdığı bilgiyi içerir. Beyin gerektiğinde bu bilgileri kullanarak yeni bilgi ve öneriler üretir, çözümlemeler ve birleştirmeler yapar.

BİLGİYİ OLUŞTURMA VE İŞLEME:

Bilinç; belirli bir zaman sınırı içerisinde insanın yaşantısından haberdar olması, kendisinden ve çevreden bilgi edinmesi demektir. Gerçekte bilinç (şuur) sözcüğünün Latince karşılığı olan “conscientia” bilgi durumunda olmak, bilgiyle donatılmış olmak anlamına gelmektedir. Sağlıklı iletişim için gerekli olan koşulların en üst düzeyinde bilinç yer almaktadır.

Dikkat; açık seçik, aydınlık ve duru bilinç durumunda algının bir kişi konu nesne ya da olay üzerinde odaklaşması, yoğunlaşmasıdır. Uyaranlara karış çabuk, doğru ve kolay tepki verilmesini, çevreye en doğru ve iyi uyumu, davranışın amaca yönelik, anlamlı ve etkin olmasını “uyanık bilinç” durumu sağlar.

Algılar; duyu organlarıyla alınan uyaranların yorumlanıp anlamlı duruma getirilmesini sağlar. Algı sürecinin işleyebilmesi için duyu organlarının eşik değerinin üstünde uyarılması ve bellekte daha önceki deneyimlerden kalan anıların, izlerin, kalıpların bulunması gereklidir. Uzun bir süre duyu organlarına dışarıdan uyaran gelmemesi ya da gelen uyaranların algılanmaması ciddi bilinç bozukluğu, karışıklığı ve ruh hastalıklarına yol açabilir.

Algı sürecinin işleyebilmesi için dikkatin algı alanı içinde bir uyaran üzerine odaklanması, yoğunlaşması gereklidir. Odaklanma dışında kalan uyaranlar bulanık bir ardalan oluşturur. Yani algıda ve dikkatte bir seçicilik sözkonusudur.

Bilinçli algılama süreci sonucu insan, yer zaman ve hareket yönelmesi (orientasyon) kazanır.

Yanılsama (illüzyon) ve sanrı (hallüsinasyon) gibi başlıca algı bozuklukları, iletinin içeriğine yansıyarak iletişimi olumsuz biçimde etkiler.

Düş (rüya) türlü nedenlerle engellenen, bastırılan güdülerin, günlük yaşamda doyuma ulaşmamış beklenti ve isteklerin bilinç alanının kabul edeceği değişik simgeler biçiminde ortaya çıkışıdır.

Bellek: Hafıza (memory) uyaranların algı aracılığıyla oluşturduğu simgeleri depolar ve saklar. Bu süreç şu şekilde olur:

- Algılamayla kazanılan simgelerin saklanması

- Simgelerin beynin bir bölgesine yerleştirilmesi

- Yeni algıların bellekte saklanan, tutulan eski simgelerle birleştirilmesi

- Bellekte saklı simgelerin canlandırılması, anımsanması

Kolay Öğrenmek ve Anımsamak için Tavsiyeler

- Öğrenilmesini istediğiniz konudan sonra çözümü, öğrenilmesi zor olan yeni bir konu ya da sorunla ilgilenmeyin. Örneğin; sosyal bilimlerden sonra, dinlenmeden, matematik problemleri çözmeyin.

- Çalışılan konu, yapılan iş ne olursa olsun, kısa tutun. Bir iki saatlik çalışma dönemlerinden sonra 15-20 dakikalık dinlenme yapın.

- Öğrenilenlerin bellekte kalıcı olması için, günlük yaşamınız da bunları kullanacak fırsatlar oluşturun.

- Önce bellenecek konunun temelini, önemli bölümlerini anlamaya çalışın.

- Yeni öğrendiklerinizle, eski öğrendikleriniz arasında bağlantılar kurun.

- Çalışma, iş ve öğrenme için bir itici güç bulun.

- Çalışmanın, işin, öğrenmenin amacını doğru olarak saptayın.

- Çalışmayı ve öğrenmeyi bedensel ve ruhsal yorgunluğun olmadığı zaman yapın. Çevrede bilincinizi dağıtacak etkenlerin olmamasına özen gösterin.

- Günlük, haftalık, aylık, yıllık çalışma planları yapın.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

AİLEDE İLETİŞİM VE ETKİLEŞİM

Aile içinde yer alan bireyler, tek tek bireyler, tek tek birer alt sistemdir. Kendi özerklik sınırlarına, aile içindeki durumlarına, rollerine göre, aile içinde bulunan başka alt sistemlerle sürekli iletişimde bulunurlar. Alt sistemler, ailenin belirli kişilerinden oluşan, alt ya da küçük gruplardır. Örnek olarak, ailede kadın, aynı zamanda dişiler, eşler, çocuğu varsa anneler, anne ve babası varsa çocuklar alt sisteminin üyesidir.

Eşler bir yandan evlilikten önceki kişilik yapılarını, alışkanlıklarını evlilik içinde de sürdürmek isterken, öte yandan eşiyle anlaşmak, bütünleşmek gereksinimi duyarlar. Böylece, eşlerin oluşturduğu alt sistemde karşılıklı endişe, kaygı, sıkıntı, kızgınlık, kırgınlık, gibi duygulanım durumları daha sık ortaya çıkar ve bu duruma tepki olarak eşler arasında duygusal uzaklık, ayrı kalma özlemi başlar. Ülkemizde erkeğin baskın olduğu aile tipiyle, eşiyle eşit iletişim yapıyor görünümü veren aile tipi çoğunluktadır. Ülkemizde aile yapısı, geniş aileden çekirdek aile yapısına doğru kayma eğilimi göstermeye başlamış olsa da bağlantı, iletişim özellikleri ve işlev açısından geniş ailenin etkileri hissedilmektedir.

İnsanın Yaşam Dönemleri: Yaş dilimine göre:

1. Yeni Doğan bebek: Doğumdan sonra ilk iki ay

2. Bebeklik (süt çocuğu): Bir yaşının sonuna kadar

3. İlk çocukluk: Bir-üç yaş arası

4. Çocukluk: üç-altı yaş arası

5. Son çocukluk: altı yaşından buluğ öncesi döneme kadar.

6. Önerinlik (buluğ öncesi): Kızlarda on, oniki, erkeklerde onbir, on üç

7. Erinlik (buluğ): Kızlarda on üç, onbeş; erkeklerde on dört, on beş.

8. Ergenlik (Kemal, rüşt): On sekiz yaşından, gençlik çağının sonuna

9. Erişkinlik, yetişkinlik: Gençlik çağı sonundan, olgunluk yaşına kadar,

10. Olgunluk: Otuz beş-kırk yaş arası

11. Orta yaş: Kırk, kırkbeş arası

12. Yaş dönümü (menapoz, antropoz): kırk beş, elli beş yaş arası.

13. Yaşlılık: Altmış yaşından sonra

14. İleri yaşlılık: Yetmişden sonra

15. Çöküntü: Yaşlılıkta bedensel ve ruhsal çöküntülerin başlaması.

Çocukla İletişim İçin Öneriler

Çocuğu kendinizin, amaçlarınızın, beklentilerinizin, çıkarlarınızın bir uzantısı değil, sizden ayrı kişiliği olan ve bu kişiliğini geliştirmek çabasında olan bir insan nazarıyla bakın.

Çocukla kurduğunuz tüm iletişimlerde ona ilgi, sevgi, güven duygusu verecek iletiler kullanın, kızdığınızda bile sevginizi belli edin.

Siz çocuk için ilgi, sevgi, güven veren, destek olan, yol gösteren bir kaynak olun. Ona mutluluk, yaşama sevinci ve umut aşılayın.

Çocuğu dinleyin, sorularına açık, doğru, gerçek, kısa cevaplar verin. Çocuk bencildir, ben merkezlidir. Dürtü ve istekleri doğrultusunda davranır. İletişim kurarken onun bu özelliğini unutmayın.

Çocuk öğütlerden, uzun sözlerden, konuşmalardan çok, davranış ve tutumlarınızdan etkilenir.

Çocukla sert ve yüksek sesle konuşmayın. Gerekli, gereksiz bağırıp çağırmayın. Değişik nedenlerden ortaya çıkan kızgınlıklarınızı çocuğa yansıtmayın.

Ona hatalı davranışlarını, yanılgılarını gösterin. Azarlamadan ve ceza vermeden önce onunla konuşun. Suç ve cezayı keyfi olarak saptamayın. En iyi cezalandırma yönteminin çocuğun kimi beklenti ve isteklerini engelleme veya erteleme olduğunu unutmayın.

Çocuğa kararlı ve kesin davranın. Çocuğu, yaşı, becerisi ve yeteneği dışında ve üstünde çabalara zorlamayın.

Çocuğa deneme ve öğrenme fırsatı verin. Hatalarını düzeltin. Sorumluluk verin. Çocuğu şımartmayın. Gereksiz, yersiz, gerçekleşme olasılığı olmayan beklentiler oluşturmayın.

Cinsel Eğitim Nasıl Verilmeli:

- Bunlardan birincisi ve en önemlisi, ona babanın, yakın çevredeki insanların öğretmenlerin cinsel konular karşısında gerçekçi ve akılcı bir tavır takınmaları, buna uygun davranışlarda bulunmalarıdır.

- İkincisi, cinsel konulara ilişkin söz açıldığında, soru sorulduğunda, çocuğun ve gencin yaşına, çağına, algı, düşünce ve öğrenim düzeyine uygun biçimde gerçekçi bilgilerin verilmesidir.

- Cinsel konularda yakından ilgili bilgilerin çocuğun ve gencin öğreneceği, anlayacağı biçimde düzenli bir eğitim içinde verilmesidir.

Cinsel Sapmalar: Eksik veya yanlış cinsel eğitimin sonucu oluşur. Gençlik çağını aşan, erişkinlik çağına gelen kişinin kendi kendini tatmin alışkanlığının sürmesi.

Erişkinlik çağında olan kişinin, karşı cinsle ilişkilerinde çeşitli aksaklık ve sapmaların olması.

Kişinin hangi yaş ve çağda olursa olsun aynı cinsle ilişki kurması.

Gençlerle İyi İletişim İçin Öneriler: Yetişkinlerin yaşlı kuşakların gençlerden yakınmaları ve kuşaklararası çatışma, sürtüşmeler, yüzlerce, binlerce yıldan beri süregelen, doğal ve evrensel bir olgudur. Yetişkinlerin ve gençlerin iyi bir iletişim kurması için aşağıdaki şartlara uymaları gerekmektedir:

Siz erişkin ve yetişkin kuşak olarak, önce gencin bir insan olduğunu kabul edin. Gençlik çağının fırtınalı ve zor bir dönem olduğunu unutmayın.

Gencin duygulanım değişiklikleri ve düşlemlerden kaynaklanan davranışları karşısında serinkanlı olun, kırıcı, sert, yıkıcı olmayın.

Gencin yaşamına, giyinişine, süslenmesine ilişkin karar alırken, durumu gençle konuşun, onun düşünce ve önerilerine anlayış gösterir.

Aile ve evle ilgili sorunlarda gencin de düşünce ve önerilerini dinleyin.

Gencin tutum ve davranışlarında biçim ve yön verirken “benim gençliğimde” diye başlayan konuşma ve öğütlerden kaçının. Bundan başka gençlere düşen vazifeleri şöyle sıralayabiliriz.

“Gençler bilseydi, yaşlılar yapabilseydi” özdeyişine uygun olarak iletişim kurur.

Bütün amaç, beklenti ve isteklerinizin hemen o anda tümüyle gerçekleşmeyeceğini bilin.

Her yerde ve her zaman erişkin ve yetişkinlerden öğrenmemiz gereken bilgiler, deneyler olduğunu kabul edin.

Konuşma ve tartışmalarda kırıcı ve sert olmaktan kaçının.

Engeller sorunlar, zorluklar karşısında size destek ve yardımcı olacak insanların, anneniz, babanız, yakınlarınız olacağını unutmayın.

Erişkinlere danışmaktan kaçınmayın.

İki Ezeli Dost ve Düşman: Kadın ve Erkek:

Evlilikte kadın ve erkek aile kurumunun birer üyesi olup birlikte yaşamak zorundadırlar. Evlilikten önceki “ben” ve “sen” yerine evlilikte “biz” yaşantısı ortaya çıkar.

Karı-koca arasında geçimsizliğin nedenleri şöyle belirlenmiştir:

- Çocukluk ve gençlik çağında kazanılan kişilik yapısından evliliğe yansıyan olumsuz davranışlar:

- Ruhsal uyumsuzluk

- Toplumsal uyumsuzluk

- Rol ve yer karmaşası

- Eşlerin birbirlerini tamamlamalarında ve bütünleşmelerinde uyumsuzluk

- Cinsel yaşantıda uyumsuzluk: Yani, eşler birbirlerine duydukları ilgi, sevgiyi değişik biçimde ve farklı simgelerle, birbirlerinin anlayamayacağı şekilde ilettikleri zaman anlaşamazlar.

Madem Evliliği Seçtiniz..:

Yaşam biçimi olarak, evliliği seçtiğinize göre, mutluluğu evinizde eşiniz ve çocuklarınızla birlikte, onların yanında bulacağınızı kabullenmiş olmanız gerekir. Ruhsal gücünüzü “bugünkü aklım olsa evlenir miydim?” türü hayıflanmalarla türetmeyin.

Eşinizin size en yakın insan olduğunu “bir yastıkta kocama” özdeyişimizin tüm bir yaşamı acısıyla, sevinciyle paylaşmayı ve dayanışmayı dile getirdiğini aklınızın bir köşesinde saklı tutun. Bütün duygu ve düşüncelerinizi eşinizle paylaşın.

Eşinizin de hataları olabileceğini bilin, onu her yönüyle kabullenin.

Eşinizin kişiliğine saygılı davranın. Onun benliğini öteki yarınız olarak örselenip yaralanmaktan kırılmaktan koruyun.

Eşinize duyduğunuz ilgi ve sevgiyi sözlü ve sözsüz iletilerinizle belli edin. Sevgi ve saygının en iyi anlatımı içten ilgi göstermektir.

Kızgınlık, kırgınlık, kaygı gibi olumsuz duygularınızı da kendinize saklayıp biriktirmeyin. Yapıcı tartışmalar yapın. Kendinizin ve eşinizin kızgınlık ve kırgınlık nedenlerini araştırın.

Hiç kuşkusuz, evlilik özel bir iletişim biçimidir. Ancak insanlararası sağlıklı iletişimin ilke ve kurallarının dışında kalacak kadar da “özel” değildir.