TÜRK VE İSLAM DÜNYASININ YENİDEN YAPILANMASI

Yazar : Prof. Dr. Sabahattin ZAİM

Yayınevi : Yeni Asya Yayınları

Baskı : İstanbul / 1993 / 258 shf.

 

BİRİNCİ BÖLÜM:

TÜRK DÜNYASININ YENİDEN YAPILANMASI

Sovyetlerin yıkılmasıyla iki kutuplu dünya oluşumu sona erip A.B.D.’nin liderliğinde yeni bir dünya düzenine gidilmektedir. Bununla beraber eskiden beri var olan Güney İslam dünyasının yanısıra Bosna’dan Çin’e kadar uzanan topraklarda yeni Türk devletlerinin ortaya çıkmasıyla kuzey

Türk-İslam dünyasından söz edilir olmuştur.

Bugün dünyada yaşayan Türk boylarının nüfusunun 210 milyon olduğu göz önünde bulundurulursa Türkiye dışında 150 milyon soydaşımızın olduğunu görürüz. Toprak olarak %75’inin bağımsız olduğu düşünülürse azımsanmayacak bir potansiyele sahip olduğumuz görülür.

 

A)Türk Dünyasının Yapısı:

Günümüzde Bosna’dan başlayıp Sancak, Kosova, Makedonya ve Türkiye üzerinden Kafkasya ve Türkistan nihayetinde Moğolistan ve Çin’in içlerine kadar uzanan sahada Türkler yaşamaktadır. Sayıları 26’yıbulan Türk kökenli halkların toplamı 116 milyon, yerleştikleri coğrafyanın büyüklüğü 7.8 milyon km2 yi buluyor.

Türk dünyasında Türkiye dışında iki büyük merkez Türkistan ve Kafkasya’dır. Sovyetler Türkistan’da bulunan kabile şuurunu devamlı tahrik etmişlerdir. Mesela; Özbeklerde bu kabile anlayışı bir etnik milliyet duygusu haline gelmiştir. Halbuki Özbek ismi miladi 10. Asırda Müslüman olan Altınordu Han’ı Özbek Han’dan gelmektedir. Diğer devletler içinde de etnik milliyet düşüncesi hakimdir. istikbalde Türk dünyasının selameti adına bu problemin aşılması şarttır. Türklük duygu ve düşüncesi bugün için Azerbaycan’da hakimdir.

Türkistan’ın büyük ve tarihi şehirleri Fergana vadisi boyunca uzanan Maveraünnehir bölgesinde serpilmiştir. (Aşkaabat, Buhara, Semerkant, Duşanbe, Taşkent, Bişkek, Almaata, Kaşkar, Yarkent, Urumçi) Fakat maalesef bu medeniyet merkezleri müstevli Çin ve Ruslar tarafından herbiri ayrı bir devlet olarak dağıtılmıştır.

16. Yy. da Türkler Türkistan’dan taşıp Dünyaya yayıldılar. 16. yy.da kanuni Don-İdil nehirlerini bir kanalla bağlayıp Türkiye-Türkistan su yolunu açmak istemiş ancak hayata geçirememiştir. Bunu Ruslar 1952’de becerebilmişlerdir

İkinci merkez Kafkasya; Türkler genelde Asya’dan Hazar Denizi üzerinden Kafkaslara inip yerleştiler. 7. Ve 8. asırda Güney Kafkasya Emevilerin hakimiyeti altına girdi. Ve hazar Türkleri islamiyeti kabul etti. 1514’de Çaldıranla Osmanlı Kafkasya’ya girdi. 1864’de bölge Rusların İşgaline uğradı.

Başlıca Türk Boyları Dağistan, Çerkezistan, Aphazya, Karatay, Azerbaycan Gibi yerlerde toplanmıştır. Stalin döneminde Ahiska Türkleri Sovyetler Birliğinin çeşitli yerlerine çil yavrusu gibi dağıtılıp yerlerine Hristiyan gürcüler getirilmiştir.

 

Rusların Kafkasya Politikası: Türkiye sınırında Hristiyan Gürcü ve Ermenillerden oluşan gayri müslim bir halka oluşturarak Türkiye’nin Türk Dünyası ile irtibatını kesmek bunun için Kafkasya dışından Ermenileri getirip yerleştirmiş, suni bir devlet olan Ermenistan’ı bir kama gibi bölgeye saplamıştır.

 

Rus Federasyonundaki Diğer Türk Devletleri: Sovyetlerin petrol üretiminin %40’ından fazlasını üreten Tataristan ve Başkırdistan, Kırım ile Kafkasya ve Sibirya’daki özerk cumhuriyeti gelmektedir.

B) TÜRK CUMHURİYETLERİNİN YENİDEN YAPILANMASI

  1. İktisadi yapılanma: Marksizmden ayrılıp pazar ekonomisine geçme.
  2. Dini yapılanma: Ateizmden ayrılıp inanç özgürlüğüne geçmek.
  3. Siyasi yapılanma: Azınlık oligarşisi veya diktatörlükten ayrılıp demokrasiyi benimseme
  4. Sosyo-kültürel yapılanma: Enternasyonallikten ayrılıp kendi öz milli benliğine dönme

 

1-İktisadi Yapılanma :

Pozitif faktörler

 

a)Nüfus Yapısı: İnsan ve hammadde kaynaklarının bolluğu, geleneksel örf ve adetler ve insiyaki İslami davranış tarzı ve bunun yanında genellikle Türk boylarının zirai karakteri hakim olan kırsal kesimlerde yaşadığından dolayı nüfus yapısı çok kuvvetlidir. Fakat Ruslar içki ve alkolü en ücra köşelere kadar yayarak, bu nüfusu çürütmeyi amaçlamış ve kısmen başarılı olmuştur. Dağ başındaki Kırgız köylerine hayvan ve insan sırtında içki göndermiş, Ebulfeyz Elçibey’in dediğine göre Moskova’da şişesi 45 ruble olan içkiyi Azerbeycan’da 5 rubleye sattırmıştır.

b) Hammadde kaynaklarını bolluğu: Türklerin meskun bulunduğu yerler fevkalade

zengin tabii kaynaklara sahiptir. Toprağın altında petrol varken, üstü yemyeşil ormanlarla kaplıdır.(genelde tersi olur.) Her tarafta petrol kuyuları serpilmiştir. Başkırdistan ve Tataristan bu kuyularla doludur. Tataristan’ın petrol üretimi Kuveyt’inkine muadildir. Eski Sovyetler Birliği’nin bakır ihtiyacının %76’sı, kromun%90’ı, uranyumun %90’ı, bizmutun tamamı Türk cumhuriyetlerinde üretilmektedir. Türkmenistan en zengin doğalgaz yataklarına sahiptir. Kömür ve pamuk üretiminde Türkistan çok zengindir. Özbekistan meyve cenneti diye bilinir.

Fakat ne yazık ki, imalat sanayii kasten buralarda yapılmadığı için şeker pancarı zengini olan Türkistan’da şeker bulamazsınız.

Negatif faktörler

 

a) Ekonomik yapının Sovyetlere bağımlı kılınmış olması: Sovyetler sömürme esasına göre buraları Hammadde deposu olarak kullanmış, imalatta devletleri birbirine bağımlı hale getirmiştir.

b) Müteşebbis insan ve yönetici kadroların olmayışı: Pazar ekonomisinde en önemli unsur inisiyatif kullanacak müteşebbis ve yönetici yetiştirmektir. Örneğin; Kırgızistan’daki altın madenlerini Amerikalılar, Azeri petrolünü İngiliz BP işletmektedir. Avrupalılar bu eksikliği istismar etmektedirler. Türk müteşebbisine bu sahada büyük işler düşmektedir.

c) Çevrenin kirlenmesi: Çevre konusunda bütün Türk devletlerinin önemli problemleri vardır. Kazakistan’da yıllardan beri sürdürülen nükleer denemeler ekolojik dengeyi alt üst etmiştir. Aral gölü kurumak üzeredir. Kazakistan’da radyasyon tehlikesi had safhadadır. Tarım monokültür yoluyla dengesizleştirilmiş, Türkistan’da sömürüyü arttırmak için aşırı gübreleme yapılmış kimyasal atıklardan Kuzey Sibirya’daki şehirlerde sanayi çölleri oluşmuş, nehirlerin ekolojik dengeleri bozulmuş, balık avlamak güçleşmiştir. Esasında maddi çevre kirlenmesi manevi ve kültürel kirlenmenin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

 

2-Dini Yapılanma:

Ateizmden ayrılıp inanç özgürlüğünü seçmek

1915 yılında Sovyetler Birliği’nde 30.000den fazla cami varken 70 yılda bunların hepsi yıkılmış, 1980’deki cami sayısı 200’e düşmüştür. Şu an genel kanaat şu merkezdedir: Halkta iman ışığı vardır. Komünizme karşı imanlarını korumuşlar, fakat İslamiyet bir sembol olarak kalmış, muhtevası kaybolmuştur. Şimdi tedrici bir eğitimle İslamın öğretilmesi gerekmektedir. Karşılaşılan önemli bir engel KGB ve CIA tarafından fundementalizm kavramı ile İslamiyetin karalanmaya çalışılmasıdır. Kırgızistan’da bu kavram çocuklara kadar yayılmıştır. Bu çarpıklığın giderilmesi için gönüllü teşekküllere büyük işler düşmektedir. Küçük himmetlerle büyük sonuçlar almak mümkündür.

3-Siyasi Yapılanma:

Azınlık oligarşisi ve parti diktatörlüğünden ayrılıp demokrasiyi benimsemek.

Türk cumhuriyetlerinin çoğunda parti ismi değişmiş fakat yönetimin yapısı değişmemiştir. Hatta Kırgızistan ve Kazakistan’da Lenin’in heykelleriyle orak çekiç sembolleri bir çok yerde varlığını devam ettirmektedir.

 

4-Sosyokültürel Yapılanma:

Etnik arındırma ve asimilasyon, kolonizasyon, yabancı evlilikler, din, dil, örf, adet ve kültüründen koparma işlemini uygulayarak etnik yapıyı bozmaya, Türk boylarını birbiriyle konuşamaz hale getirmeye çalışmışlardır. Önce latin alfabesini zorla kabul ettirmişler, daha sonra 1938’lerde Türkiye’de latin alfabesi kültüründen uzak tutmak için zorla kiril alfabesini kabul ettirmişlerdir. 70 milyon insanı birden cahil hale getirmişlerdi. Gürcüler ve Ermeniler kendi alfabelerini kullanırken sadece Türkler kiril alfabesini kabule zorlanmışlardır. Fakat Allah’ın lütfu ile Türk insanının idrakini imanını ve Türklük şuurunu yok edememişlerdir. Bu şuuru canlandırmak için eski süreci tersine döndürmek muhtelif boyların ve kabilelerin dilde ve yazıda birliği sağlamaları gerekmektedir.

Türk dünyası maalesef alfabe yönünden istikrarlı bir tarihi seyir takip etmemiş 4 defa alfabe değiştirmiştir. önce islamiyet öncesi Orhum -Yenisey ve Uygur alfabesi kullanmış, islamiyet döneminde Arap alfabesi benimsenmiş, Sovyet döneminde ise önce latin alfabesini kabul etmiş Türkiye latin alfabesini benimseyince biriliğin bozulması için Sovyetlerin zoru ile Kiril alfabesine geçilmiştir.

İnşallah Türkiye’miz gönüllü hizmet erlerinin açtıkları okullarla bir büyük engel olan dil birliğini sağlayacaktır. Şu an Zaman gazetesi tüm Türk Cumhuriyetlerinde Kirilce ve Türkçe olarak çıkmaktadır.

 

Türklerin yaşadıkları sahalar :

1-Türkiye

2-Balkan yarımadasındaki Türkler

a-)Romanya’daki Türkler

b-)Yunanistan’daki Türkler

c-)Bulgaristan’daki Türkler

d-)Makedonya’daki Türkler

e-)Kosaca’daki Türkler

f-)Sancaktaki Türkler

g-)Bosna-Hersek’teki Türkler

h-)Sırbistan’daki Türkler

ı-)Hırvatistan’daki Türkler

i-)Slavenya-Karadağ’daki Türkler

3-Azerbaycan ve Kuzey Kafkasya’daki Türkler

a-)Azeri Türkler

b-)Dağistan Türkleri

c-)Kumuklar

d-)Karaçaylar

e-)Balkarlar

f-)Nogaylar

h-)Stavrapo Türkleri

ı-)Abazalar

i-)Çeçenler

k-)İnguşlar

l-)Müslüman Gürcüler

4-Orta Doğu ve Afganistan’daki Türkler

Iraktaki, Suriye’deki, Kıbrıs’taki, İran’daki, Afganistan’daki Türkler

5-)Batı Türkistan’daki Türkler

Kazaklar, Özbekler, Kırgızlar Türkmenler, Karakalpaklar, Uygurlar

6-)Doğu Türkistan’daki Türkler

Uygurlar, Kazaklar, Kırgızlar, Sarı Uygurlar ve Salurlar

7-)İdil-Ural bölgesindeki Türkler

Tatarlar, Çuvaşlar, Başkurtlar, Tepterler

8-)Yakutistan ve Sibiryadaki Türkler

Yakut Türkleri, Altay Türkleri, Hakaslar, Tannu-Tuva Türkleri, Tobol Türkleri, Doğu Sibiryadaki Türkler.

2. BÖLÜM

Yeni Dünya Düzenindeki Dış Politikamız

 

A-İhracata dönük iktisat siyaseti: İhracata dönük iktisat siyaseti 1980’lerden bu yana Türkiye’nin benimsediği temel hedeflerden biri olmuştur. Çünkü bütün Cumhuriyet döneminde karşılaşılan başlıca iktisadi güçlükler: Dış ticaret açığı, Cari ödemeler dengesizliği, Türk parasının değer kaybı, enflasyon sonucunda çekilen döviz darlığı olmuştur .Bulunan çare umumiyetle rekabete dayalı ve dışa açık bir iktisat siyaseti ve hususiyle dışa açık bir sanayileşme ve yatırım politikası neticesinde ihracatı arttırmaktır.

Evvelce Avrupa bizden yalnız istediği ham madde ve tarım mallarını alırken bu gün Türkiye Batıya istediği ve işlediği malları satabilir hale gelmiştir. Bu sonuca takip edilen dışa açık bir iktisat siyaseti ile varılmıştır. Fakat ihracatımız miktar olarak artarken değer olarak aynı oranda artmamış yani aynı miktar emtiayı satın almak için gittikçe daha fazla Türk malı verilmiştir. Bu sebeple dolar bazında kişi başına düşen milli gelirimiz yıllık iktisadi büyümemizin gerektirdiği ölçüde artmamıştır. Diğer yandan takip edilen serbest piyasa ekonomisinin tabii seyri içinde ülkede gelir dağılım dengesi bozulmuştur.

 

Alınacak tedbirler:

1-İktisadi istikrarın muhafazası:

iktisadi siyasetimizde enflasyon hızının yavaşlatılarak gelir dağılımındaki çarpıklığın hafifletilmesi.

2-Sanayileşme sürecine hız verilmesi:

3- Çok yönlü bir dış siyasetin takip edilmesi

a-)Türkiye’nin Avrupa ile münasebetlerinin arttırılması (AT’ ye girilmesi)

b-)İslam dünyası ile münasebetlerimizin arttırılması.

Bu konuda son aşamalarına gelmiş olan 4 önemli proje şunlardır:

1-İslam ülkeleri arasında tercihli tarifeler sisteminin uygulanması

2- Ticari bilgi akışı merkezinin kurulması

3- İhracat sigortasının tesisi

4- İslam kalkınma bankası içinde kurulan orta ve uzun vadeli kredi mekanizmasının işletilmesi

4-Demokratik sürece riayet edilmesi

5-Siyasi istikrarın muhafazası

3. BÖLÜM

YENİDEN YAPILANMA SÜRECİNDE iSLAM DÜNYASININ DURUMU

Bu gün dünyada hakim olan kuvvet batılı güçler ve batı medeniyetidir. iletişim ve ulaşımdaki gelişmeler dünyayı çok küçültmüştür. Bu imkanları kontrol etme, omların dünyaya hulul etme imkanlarını ve müessir olmalarını arttırmıştır. Başka bir ifade ile ham maddesi insan beyni olan sektör topluma hakim olmaktadır. Çünkü bu bitmeyen bir kaynaktır. Diğer bir gelişmede ideolojik alanda meydana gelmiş olup Marksizm ve onu temsil eden Sovyetler çökmüş ve hegemonyası altındaki büyük bir dünya parçasının da hüviyeti değişmiştir. Kuzey islam dünyasının islam dünyası diye bilinirken Sovyetler birliği dağılmış güney islam dünyası gerçeği ile yüz yüze gelinmiştir.1991 yılı islam dünyasının bağımsızlığının başlangıç yılıdır.

Güney islam dünyasına mevcut otoriter kabile rejimleri zahiren çok fiilen tek parti yönetimi rejimler halen devam etmektedir. Batı Arap dünyasını kontrol altında tutmaktadır. Filistin meselesi Lübnan’nın parçalı hali Müslüman Hristiyan çatışması devam etmektedir.

Global olarak organizasyonlara baktığımız zaman islam konferansı teşkilatı hızı ve heyecanı azalmış, dinamiklerini biraz kaybetmiş görünümündedir, yan kuruluşlar da aynı durumdadır. Bunun sebebi liderlik mekanizmasından mahrumiyettir.(Türkiye lider olmaya namzettir ve dahi mecburdur.)

Burada müşahhas olarak üzerinde durulacak olan husus Türkiye, İran, Pakistan işbirliği organizasyonu olan ECO’ ya Özbekistan; Afganistan, Tacikistan, Türkistan, Kırgızistan ve Azerbaycan’ın da katılımı sağlanıp hilal durumundaki organizasyon tam bir daire haline getirilirse Kuzey islam dünyası önemli bir güç merkezi oluşturabilir. Dolayısı ile burada Türkiye Pakistan ve İran’a önemli görevler düşmektedir. İslam dünyasının silkinebilmesi, kalkınabilmesi için globalleşen dünyada önce bölgesel sonrada makro seviyede birlik imkanlarını elde etmesi gerekiyor.

İslam ülkeleri diş ticareti kendi aralarında fazla arttıramamışlardır. Sebepleri :

1-Bu ülkelerin kendi bölgelerinde ve çevrelerinde başka organizasyonlara üye olmaları.

2-İslam Konferansı Teşkilatı’na rakip olarak Arap birliğinin kurulması.

3-En önemli sebep: Bu ülkelerde hakim olan siyasi kadrolar eski yapıyı devam ettirdiği ve islami şuurla hareket edecek kadrolar yönetimlere hakim olamadığı için kitlelerin zoru ile birşeyler yapılmaya çalışılmakta ama sonuca ulaşılamamaktadır. Şu anda halktan kopuk yönetimler yabancı güçler tarafından bloke edilmekte, ve kendi menfaatlerine uygun bir şekilde yönlendirilmektedir.

İslam Konferansı Teşkilatı da ülkelerin içyapı farklarından dolayı başarılı olamamaktadır. Entegrasyon hareketlerinin islam ülkeleri arasında gerçekleşebilmesi için mevcut iş birliği organizasyonları çoğaltılmalı ikili münasebet ve çok yönlü anlaşmalarla iş birliği arttırılmalıdır.

İslam ülkeleri arasında ulaşım, haberleşme, finans müesseselerinin eksikliği ciddi problem teşkil etmektedir. Orta Asya ülkeleri içinde en büyük problem ulaşımdır. İslam ülkeleri arasında vizeler hala kaldırılamamıştır, ama Avrupalılar kendi içlerinde vizesiz dolaşabilmektedirler.

İ. K. T.’ ye katılan her ülke bir başka dış güçten direktif alma durumunda olunca tabiatıyla kendi başlarına hareket edemiyorlar. Eğer hedefimiz İslam ülkelerinin islami çerçevede bir iş birliğine kavuşturmak ise o zaman islamın sosyo ekonomik modelini ortaya koymak gerekir. Bu sahada iki türlü çalışmak gerekmektedir: Birisi, teorik olarak islamın emirlerini günümüzde nasıl anlamak gerektiğine dair çalışmalar yapılmalıdır. Önce akademik ve ilmi sahada islami modeller geliştirmek, insan yetiştirmek, araştırma yapmak, binlerce mastır, doktora tezi hazırlamak gerekmektedir. Müslüman insan modelinde yönetici kadrolar yetiştirilmelidir.

 

“Türkiye redd-i miras yaptığı Osmanlı’nın mirası ile karşı karşıya kalmıştır. Balkanlarda kardeşlerimiz var. Bosna’dakiler ve diğerleri çeşitli Türk boylarındandır ve müslümandır. Türkiye Balkanlardaki insanların hürriyetlerini sonrada aralarında kültürel, iktisadi iş birliğini sağlamak bakımından bu bölge ile ilgilenmeli ve kalıcı politikası olmalıdır.”

 

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

TÜRK DÜNYASINDA YENİDEN YAPILANMA KONUSUNDA

MODEL TARTIŞMASI

Batıda ve Türkiye’de öteden beri “Türkiye’nin Müslüman Türk ülkelerine bir sistem ihracı” söz konusu edilmektedir. Son zamanlarda kamuoyunda özellikle Sovyetlerden bağımsızlığını kazanan Türk Cumhuriyetleri için “Türk modeli” bir yapılanma tartışmaları yapılmaktadır.

Kanaatimce, bu tip yaklaşımlar Batılıların ortaya attığı fitne doğurmak ve nifak mey

dana getirmek için vazedilen tuzak yaklaşımlardır. Mesela şunun gibi: “Türkiye, Sovyetlerdeki Türk cumhuriyetleri için liderlik iddiasındadır.” Bu konuda Suudi Arabistan ve İran ile çatışmaktadır. Bunlar realiteye uygun değildir. Dolayısıyla burada istenilen hedef, bu insanların hürriyetlerine kavuşmaları, asgari insanlık haklarına sahip olmalarıdır; kendi kimliklerini yönetme imkanına sahip olmalarıdır. Burada amaç, onların Rus sultasında kurtarılıp da başka bir milletin boyunduruğuna girmesi değildir. Ortada ne bir liderlik söz konusudur, ne de bu rejim ihracı.

Hadiseyi bir de şöyle düşünmek lazım. Bu insanlar her ne kadar Müslüman kimlikte iseler de 70 yıllık bir erozyona tabi olmuşlardır. Bu kardeşlerimiz İslamın temel rükünlerini kaybetmişlerdir. İslam dünyasının bütününün bir çok şeyi kaybettiği gibi. Adam kelime-i şahadet getirmesini dahi bilmiyor. Bismillah demesini bilmiyor. Bismillah demesini bilmeyen bir müslüman kitle var; karşımızda daha “La ilahe illallah” demesini bilmeyen bir müslüman var. ama iman kıvılcımı var içinde. Ona buradan ne götürebilirseniz, onun için bir katkı olacaktır. O “ben, İslam’ı öğrenmek istiyorum” diyor. Önce ilmihal, Kur’an-ı Kerim götürmek, onlara yapılabilecek ilk hizmetlerdir. Oradaki meseleyi bizim klasik İslami tartışmalar içinde düşünmemek lazımdır.

Binaenaleyh devletlerin resmi politikaları çok önemli değildir. Önce milletlerin kaynaşmasını sağlamak gerekir. Devletten gidecek bürokratların pek önemi yoktur. Devlet din adamı gönderirken İslami kurumlar da aynı şeyi yapmalıdır.

Milletlerin yapısı aşağı yukarı aynı durumdadır. Onun için burada yapılacak iş Müslüman milletlerin kaynaştırılmasıdır.

Halbuki bizim için mühim olan Türk milletinin bu ülkelerde dostluk sağlamasıdır.

Kaynaşmada Türkiye’nin potansiyel yapısı neyse o ölçüde onlar da o kadar Müslüman olacaklardır. Ama tabiatıyla ileride bizi de geçebilirler. Çünkü onların da ayrı bir bereketi vardır. İslam’ın Mekke’den sonra en çok geliştiği yerler Maveraünnehir mıntıkasıdır. Buhari’lerin, Nakşibendi Hazretleri’nin yetiştiği yerlerdir.

Bizim Türk-İslam cumhuriyetlerindeki kardeşlerimize yapabileceğimiz şey İslamı bir tevhid dini olarak sunmaktır.

Doğu Almanya’da eski valiler, generaller ve idareciler talebe gibi derse giriyorlar. Çünkü piyasa ekonomisi, iktisat, işletmecilik hakkında hiçbir bilgileri yok. Batı Almanya bugün Doğu Almanya’ya yaptırım yapmıyor. Önce insanları eğitmeye çalışıyor ve sırf bunun için önemli miktarda bir fon ayırmış durumda. Şimdi bizim de bu ülkenin insanlarını eğitmemiz lazımdır. Türkiye’nin bu konuda yapacağı çok iş vardır.

Bu çözülmede bu açıklık ve yeniden yapılanma politikasıyla iki hedef gütmüştür.

Birincisi Rusya’yı çevreleyen çember içindeki ülkelerden batıda olanların yani Avrupa’ya yakın olanların siyasi ve iktidari yükünü üzerinden atmak. Böylece Batı ile arasında devamlı bir sürtüşme mevzuu olan bu ülkelerin külfetinden kurtulmaktır. Bu sayede silahlanma yarışından kurtulmak, askeri masrafları azaltarak Doğu Avrupa’daki askeri masraflara tahsis ettiği kaynakları kendi ekonomik yapısına transfer etmektir. Doğudaki çember ülkelerde Rusya aynı politikayı gütmemiştir. Gütmediği de Azerbaycan ve diğer Asya ülkelerindeki tutumuyla ortaya çıkmıştır.

 

BEŞİNCİ BÖLÜM

SOVYETLER BİRLİĞİNİN DAĞILMASINDAN SONRA TÜRK DÜNYASI

Doğu bloku ülkelerinden Doğu Almanya, Batı Almanya ile birleşmiştir. Macaristan, Polonya, Çekoslovakya tedricen demokratik bir siyasi yapıya ve serbest pazar ekonomisine doğru gitmektedir. Eski doğu bloğu ülkeleri önce komünist partilerini tasfiye edip bu partileri sosyalist parti haline dönüştürmekte, çok partili sisteme geçmekte, böylece demokrasinin birinci safhası olan siyasi parti safhasını başlatmış bulunmaktadırlar. Bunu, iktisadi demokrasi safhası takip etmekte ve serbest pazar ekonomisine geçmeye, yani üretimde özel mülkiyete yer vermeye çalışmaktadırlar.

Bugün en azından Marksizm ve Komünizm bir slogan ve kavram olarak taraflarına vaad ettiği komünist cennetin tahakkuku fikri açısından iflas etmiştir. Yani o cennet gerçekleştirilememiştir.

Ama Komünizm yerini nereye bırakacaktır? Mutlak bir liberalizme mi, mutlak bir kapitalizme mi, yoksa mutlak bir karma ekonomiye mi? Bu hususun belirlenmesi ilerideki şartlara bağlıdır. Çünkü meseleyi geniş perspektifte ele alırsak, insanların meselelerini çözmek bakımından kapitalist sistem zaten tek başına muvaffak olabilseydi, sosyalizme gerek kalmazdı. Dolayısıyla kapitalist sistemin de kendi içinde sorunları vardır. Komünist sistem kendi başarısızlığını görmüştür, ama bundan dönüş nereye kadar gidecektir? Bu husus açıktadır.

Komünist bloktaki bu çöküşe rağmen dünyada ve ülkemizde hala marksizmin savunuculuğunu yapanların bulunması bu şekilde açıklanabilir : Birincisi bizdeki şahısların angaje oldukları psikolojik yapılanmadan kendilerini birden bire kurtarmakta çektikleri zorluktur. İkincisi de bunların entellektüel seviyesi dünyadaki şartları tam olarak takip etmeye yetmiyorsa kendilerini dünyanın gidişatına göre ayarlamalarında çektikleri güçlüktür.

Öte yandan Doğu-Batı yaklaşmasından bahsedilmektedir. Evvela Doğu-Batı yaklaşması derken meseleyi Batının yani Batı Avrupa’nın Doğu Avrupa ile bütünleşmesi şeklinde alırsak, manevi açıdan da ele alırsak, komünizm aynı zamanda ateizmi de beraber ihtiva ettiği için komünizmden vazgeçmek bir ideoloji olarak ele alınırsa, ateizmden vazgeçmeyi de ihtiva etmektedir. Bu durum zaten kendini göstermiştir. Sovyet Rusya’da dinlerin tekrar ortay çıkması, kiliselerin ve camilerin açılmaya başlaması, komünizmin ideoloji olarak ateizmden de ayrı feragat ettiğini göstermektedir, Gorbaçov’un daha kendi döneminde Papa’yı ziyaret etmesi bunun ifadesidir.

Şu ana kadar dinler arasında çarlık dönemindeki mücadeleleri, komünizmin içindeki suni de olsa bertaraf etmiş olan sistemin yok olması neticesinde dinler mücadelesi tekrar başlayabilir.

Batının kendi içinde ateist ve Hıristiyan olarak ikiye bölünmesinin kaldırılıp, Batı dünyasındaki Hıristiyanlık birliğinin yeniden sağlanması ile Hıristiyan dünyanın İslam dünyası be diğer dinlere karşı müşterek bir tutuma girip yeniden eski sömürgeci saldırgan durumuna dönme ihtimali mevcuttur. Böyle bir durum tabii çok tehlikeli olur. O bakımdan İslam dünyasının bunu dikkatle takip etmesi gerekecektir.

ALTINCI BÖLÜM

İSLAM DÜNYASININ UYANIŞI VE TÜRKİYE

Bugün dünyamızın son iki asırlık sanayileşme inkılabından sonra gelişmenin doruğuna varmış vaziyettedir. Bu teknolojik gelişmeye rağmen içtimai sahada da, insan ruhunda da muazzam fırtınalar kopuyor ve insanlar huzurlu değil.

İşte böyle bir bunalım halinde iken İslam dünyası içinde bir kıpırdanma başladı. Hatırlarsak 20. asrın ilk çeyreği sonunda İslam dünyası tamamen müstemlek haline düşmüştür. 1930’larda zahiri bakımdan istikbale sahip Türkiye, Afganistan, İran, belki kısmen Fas gibi 3-4 ülke vardı. Aradan bir 20 sene geçti, Batı birbiriyle çatışmaya devam etti ve “Şirden hayır doğar.” hükmünce İslam dünyası toplandı. İkinci Dünya Harbi’nden sonra bilhassa Afrika ve Asya uyanmaya başladı. İslam konferansına üye ülke sayısı 55’e yükseldi. Böylece 3 adedi 60 sene içince 55 baliğ oldu. Bugün aşağı yukarı Çin’deki Türk Müslümanlar hariç, müstemleke halinde İslam topluluğu kalmadı. Azınlıkta olanlar da birtakım statüko hakkı sağlıyorlar. Binaenaleyh Rusya gibi Çin de yıkılırsa İslam dünyası iyice ferahlayacaktır.

Böylece İslam alemindeki bu uyanış neticesinde, İslamiyet yeniden insanlığa bir çözüm tarzı olarak ortaya çıkma imkanlarını aramaya başladı. Akif merhumun “Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” şeklinde ifade ettiği üzere İslamiyet bugünkü meseleler ile bugünkü neslin anlayacağı biçimde tefsir ve izah etmek cihetine gidildi. Tabii bu, kolay bir iş değildi.

Dünyada onlar hakim olduğu için İslam dünyasının kalkınmasını teyakkuzla ve dikkatle takip ediyorlar. Daha 1955 yıllarında Amerika’da bir kitap neşredilmişti. “İslam on the March” “İslam Yürüyüş Halinde” diye. Bu kitabın yazılışındaki gaye, cemiyeti ve kamuoyunu ikaz etmekti : “Dikkat edin! Bunlar uyanmaya başladı!” deniyordu.

Bugün umumiyetle İslam dünyasında iktisadi sahada söz edilirken “Ortadoğu Ülkeleri” diye bahsedilir. Ortadoğu diye literatürde işlediği ülkeler İslam dünyasıdır.

Türkiye’nin en büyük kaynağı nüfustur. İşte bu sebepten dolayıdır ki nüfus patlaması, nüfus planlaması gibi sloganlarla bu en mühim varlığımızı da engellemeye çalışmaktadırlar. Zira nüfus artışı iktisadi hayatı kamçılamakta, dinamize etmektedir.

İslam ülkelerinde birçok kaynaklar var. İnsanlarının hepsi tertemiz, pırıl pırıl Müslümanlar, ama çoğu bizim hakkımızda bilgisiz, Türkiye’yi tanımıyorlar. İstanbul’daki İslam Konferansına katılanların %70’i İstanbul’a ilk defa geldiklerini söylüyorlardı. Çünkü yıllarca Türkiye ile İslam dünyası arasında bir kopukluk vardı. Batının muazzam politikası, bizde onlar aleyhine, onlarda bizim aleyhimize işlemiştir.

Önce zihniyet önemlidir. Türkiye’nin İslam dünyasında yer almayı arzu etmesi lazımdır. İstersek gireriz. Çünkü bugün Türkiye2ye hakim olan bazı gruplar bunu istememektedir. Önce Türkiye’nin zihniyet olarak İslam dünyasına açılma siyasetini benimsemesi lazımdır.

Ondan sonra bu dünyaya girmek için yetişen yeni neslin ve yeni kadroların dil irtibatıyla kendisini takviye etmesi lazımdır. Türkiye dil bakımından çok kapalı bir ülke durumundadır. Çok içimize kapanık kaldık. Müşterek dilimiz yok. Önce, Türk dünyasıyla müşterek dil ve alfabeyi geliştirmek lazımdır. Türkçe’den gayrı iki dili bilemezsek, ne Asya’ya ne de Afrika’ya girmemiz kabil olur. Arapça ve İngilizce iki gerekli dil halindedir.

Batı dünyası hep takip ediyor, adamlarını gönderiyor. Mesela Dubai’de iken İslamı bir eğitim teşkilatına çağırdılar; gittik, görüştük, konuştuk. Çoğu Türkiye’ye gelmiş ilgili insanlar. Konuşurken solda bir adam dikkatimi çekti. Öyle oturuyor, tuhaf bakışlı, Arap kıyafetli. Tipi dikkatimi çekti, tamamen İslami meselelerden bahsedilen bu toplantıdan sonra sordum : “Kim bu adam, Müslüman mı?” “Hayır” dediler. “Bir Fransız” .“Peki ne işi var burada?” diye sorduğumda, “Vallahi geliyor, biz de git diyemiyoruz, ama kim olduğunu da bilmiyoruz.” dediler. Tabii adam Arapça biliyor, İngilizce biliyor ve topluma kolayca hulul ediyor. Adamlar casus şebekeleriyle, potansiyelleriyle giriyorlar. Kim gidiyor, ne yapıyor, ne ediyor diye merak ediyorlar.

Üçüncü mühim nokta, enformasyon, bilgi alışverişidir. İslam Konferansına dahil ülkeler birbirleriyle irtibat bakımından çok zayıf bir durumdadır. Türk-İslam ülkelerine güzel projeler götürmek lazımdır.

Burada iki önemli nokta var : Birisi ulaşım, diğeri haberleşmedir.

Herşeye rağmen Türkiye İslam dünyasında en büyük potansiyele sahip ülkedir. Pakistan ve Mısır’ın yetişmiş elemanı fazla, ama bunlar dağınık vaziyettedir. Kendi elemanını ülkesi içinde kullanan ve yetişmiş elemanı en fazla olan ülke bugün Türkiye’dir. Onun için Türkiye’nin Orta Asya ve Ortadoğu’da yer alması, hem de üst düzeyde yer alması imkanı vardır. Bunu istemek gerekir. Bunu istemek demek, diğer dünya ile irtibatı koparması manasına gelmez. Cidde’deki bir gündelik gazetenin muhabiri şöyle demiştir : “Siz İslam dünyasına dirsek çevirdiğiniz müddetçe İslam dünyası kalkınmaz, ama siz de kalkınamazsınız. Şayet siz el uzatırsanız İslam dünyasında yerinizi bulursunuz, biz de kalkınırız. Çünkü bu dünyanın size ihtiyacı var.”

Türkiye’nin bunu bilmesi ve kabul etmesi lazımdır. Bugün Avrupa, Amerika, Asya birleşmektedir. Büyük üniteler içinde Türkiye de bir çevre içinde kendini kuvvetlendirmeye mecburdur. Bütün bunları insanlar ve yeni kadrolar yapacaktır. O kadroların da bilgili ve İslam ahlakıyla bezenmiş olarak yetişmesi lazımdır. Yüzlerce, binlerce doktora tezi yapmak lazımdır. Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan arşivlerimizde yüz milyon vesika bekliyor.

Bir Malezyalı sendikacı 15 sene evvel görüştüğümüzde bana “Türkiye bir gün gelecek, dünyada muazzam bir hamle yapacaktır. Bomba gibi patlayacak.” diyordu. Demek ki dışarıdan bizi böyle görüyorlar. Kanaatimce o günler yakındır. İnşallah 2000’li yıllarda bu hedefe ulaşacaktır.

 

YEDİNCİ BÖLÜM

TÜRKİYE’NİN İSLAM DÜNYASINA YÖNELİŞİ VE

MÜŞTEREK ORGANİZASYONLAR

Türkiye’nin İslam Dünyasına Yönelişi

  1. Belli başlı İslam ülkelerinin büyük şehirlerinde daima ticaret merkezleri kurulması.
  2. Gelişme imkanı olan sektörler içinde taahhüt ve proje işleri, gıda maddeleri, et, taze meyve ile su ve meyve suları ihracatı başta gelir. Canlı hayvan ihracatı gelişirken, helal kesilmiş olması bakımından et ihracatı rahatça gelişebilir.
  3. Müteahhitlik sahasında başlamış olan işler gelişebilir ve yeni ihaleler alınabilir.
  4. Türk - İslam ülkelerinde çalışan işçilerimizin para transferinde karşılaştıkları müşkülleri çözebilecek tedbirleri çoğaltmak gerekir. Ayrıca İslam ülkelerinde çalışan işgücünün sosyal sigorta kapsamına alınması, bu ülkelerle sosyal güvenlik anlaşmalarının yapılması lazımdır.

Kısa vadeli olarak düşünülebilecek bu tedbirlerin yanında uzun vadede de bazı önemli unsurların üzerine eğilmek gerekir. İşbirliğini engelleyici konular giderilmelidir. Bunların önemlileri şunlardır :

  1. Ulaşım güçlükleri
  2. Haberleşme güçlükleri
  3. Finans güçlükleri
  4. Pazarlama güçlükleri
  5. Kültürel sahada işbirliği yapılamayışı.

 

Müşterek Organizasyonların Kurulması

İlk önce RCD, şimdi ECO denilen bölgesel iktisadi işbirliği çerçevesinde İran ve Pakistan ile iktisadi, sosyal ve kültürel sahada başlayan bu yakınlaşma, 1976’da Türkiye’nin İslam Konferansına üye olmasıyla bütün İslam dünyasına yayılmıştır.

Bugün sayıları 61’e ulaşan İslam ülkelerinin teşkil ettiği topluluk, Endonezya’dan Fas’a, Türkiye’den Uganda’ya, Bosna’dan Moğolistan ve Çin’e kadar dünyanın ortasını bir kuşak gibi sarmış bulunmaktadır. 1.5 milyardan fazla insanın yaşadığı 30 milyon km2 ‘lik bu alan zengin petrol ve maden yatakları, çeşitli ürünler bakımından dünya potansiyelinin beşte üçü ile beşte biri arasında değişen bir imkana sahiptir.

Şayet İslam ülkeleri bu kaynaklarını geliştirip ticaretle bütünleşebilir ve yek diğerini tamamlayabilirse, hem iktisaden süratle gelişir, hem de refah seviyesini arttırmış olurlar.

Bunu idrak eden İslam ülkeleri 1969’da İslam Konferansı’nı kurarak bunun etrafında birleşmiş ve Türkiye’de 1976’da bu konferansa katılmıştır.

Dağınık ve parçalanmış olan İslam ülkeleri ilk defa 1969 yılında Fas’ın Rabat şehrinde devlet reisleri seviyesinde toplanmış ve bu birinci zirve toplantısında daimi bir İslam Konferansı teşkilatının kurulması kararlaştırılmıştır. Bu organ, İslam ülkeleri arasında her sahada işbirliği sağlamakla görevli en büyük kuruluş olmuştur.

 

İslam Konferansı’nın Yan Kuruluşları ve İştirakleri

  1. İslam Ülkeleri İlim, Teknoloji ve Gelişme Vakfı
  2. İslam Ülkeleri Dayanışma Fonu
  3. İslam Ülkeleri Milletlerarası Haber Ajansı
  4. İslam Kalkınma Bankası
  5. İslam Odalar Birliği (Ticaret Sanayi ve Borsalar Birliği)
  6. İslam Ülkeleri Radyo Televizyon Teşkilatı (ISBO)
  7. İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik, Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi
  8. İslam Ülkeleri Teknik ve Meslek Eğitim ve Araştırma Merkezi
  9. İslam Ülkeleri Ticareti Geliştirme Merkezi
  10. İslam Ülkeleri Gemi Sahipleri Birliği
  11. İslam Ülkeleri Yatırım Garantisi Müessesesi
  12. Milletlerarası İslam Bankalar Birliği
  13. İslam Ülkeleri Sivil Havacılık Konseyi
  14. İslam Ülkeleri Telekomünikasyon Birliği
  15. İslam Ülkeleri Sigorta ve Reansürans Birliği
  16. İslam Ülkeleri Standardizasyon Birliği
  17. İslam Ülkeleri Milli Havayolları Birliği
  18. İslam Ülkeleri Çimento Birliği
  19. İslam Ülkeleri Kültür Sanat ve Tarih Merkezi
  20. İslam Kültür Merkezi
  21. İslam Fıkıh Akademisi
  22. İslam Ülkeleri Merkez Bankaları Birliği

 

SEKİZİNCİ BÖLÜM

MEKKE DEKLARASYONU VE HAREKAT PLANI

Bu anlaşamaya dayanarak 1981’de Mekke’de toplanan 3. Zirve toplantısında iktisadi işbirliği planı kabul edilmiştir.

Bu planda ticaret sektörüyle ilgili olarak ileri sürülen tedbir ve tavsiyeler arasında şunlar vardır

  1. Üye ülke grupları arasında ticari sahada uygulanmakta olan tercihli şartların bir envanterini çıkartmak, sonra bunları kuvvetlendirip yaymak suretiyle kademe kademe üye ülkeler arası tercihli bir ticaret düzeyine ulaştırmak.
  2. Ulaşım sahasında üye ülkeler arasında bir koordinasyon mekanizması kurma imkanlarını araştırmak ve bu yolla üye ülke müteşebbislerinin sanayici ülkelerdeki rakipleriyle rekabet etmelerini sağlamak.

İslam ülkeleri arasında İslam Konferansı dışında kurulan diğer bazı kuruluşlar da vardır.

DOKUZUNCU BÖLÜM

TÜRK VE İSLAM DÜNYASI ARASINDAKİ TİCARETİN GELİŞTİRİLMESİ

  1. İslam Ülkeleri Arasında Ticaretin Önemi :

 

Dünyanın ortasını bir kuşak gibi saran İslam dünyası gerek jeopolitik durum, gerekse iktisadi kaynaklarının zenginliği itibariyle önemli bir güze sahiptir. Esasında İslam dünyasının merkezini teşkil etmektedir. Yeryüzündeki semavi dinlerin hepsi eski medeniyetlerin en önemlileri bu kuşakta doğmuş ve serpilmiştir.

Bu durum tesadüflerin sonucu değildir. Bölgedeki ülkeler zengin medeniyetlere sahne olmuşlardır.

İslam ülkeleri arasındaki iktisadi bağları süratle kuvvetlendirmek ve dar pazarlardan büyük imkanlar getirecek olan geniş pazarlara geçmek zaruretiyle karşı karşıya bulunmaktadır.

  1. Allah’ın lütfettiği tabii kaynakları değerlendirmek
  2. Üretim kaynaklarının finans, ticaret ve turizm sektörleriyle takviye etmek
  3. Sanayileşme yoluyla birinci grupta elde edilen ürünlerin katma değerlerini arttırmak.

 

Türk ve İslam Dünyasından Dış Ticareti Engelleyen Sebepler:

  1. Altyapı yatırımlarının eksikliği
  2. Müessesevi faktörlerin noksanlığı

Üye ülkeler arasında ;

  1. Pazarlama kurum ve fonksiyonlarının noksanlığı
  2. Teşvik unsurlarının noksanlığı
  3. Araştırma kurumlarının yetersizliği
  4. Finans kurumlarının yetersizliği, ticari mübadeleyi engelleyen başlıca sebeplerdir.

Ayrıca ihracatın arttırılması ve çeşitlendirilmesi teşvik edilmelidir.

Bu faktörler üye ülkelerde yabancı bir kültürün gelişmesine batı modeli bir tüketim alışkanlığının doğmasına yol açmıştır. Bu sebeple üye ülkelerde bazen yabancı ithal mallarına hizmet ve proje tekliflerine öncelik verilmektedir.

  1. Siyasi faktörler
  2. Kültürel faktörler
  3. Bankacılık sisteminin yetersizliği
  4. İnsan davranışlarındaki menfi unsurlar

 

ONUNCU BÖLÜM

FUAR VE SERGİLERİN DIŞ TİCARETİN GELİŞMESİNDEKİ ETKİLERİ

Bu kabil ticaret merkezlerinin başlıca faydalı fonksiyonları şöyle özetlenebilir :

  1. Muhtelif emtialar için pazar araştırmaları yaparak, işletmeleri pazarın özellikleri ve reklam kanalları hususunda aydınlatmak
  2. İslam dünyasının muhtelif merkezlerinde ticaret fuarları düzenleyerek çeşitli bölgelerin ihraç ürünlerini teşhir etmek

Bir bilgi bankası kurarak şirketlere İslam ülkelerindeki sınai, zirai, ticari imkanlar ve inşaat sahaları hakkında bilgi vererek özel kamu ihalelerine katılmak ve lüzumlu tercüme, araştırma, toplantı, teknik bilgi temin etme hususunda yardımcı olmak.